Zaman zaman oturduğumuz yerden kestiğimiz ahkamlar beni yakın çevremle (hatta bir kez daha düşündüğümde, kendimle) ilgili hayrete düşürüyor. Çok güzel, çok çabuk kararlar veriyoruz, kalemler kırıyoruz, icabında yaftalıyoruz. Beşiktaşlı olmadan her şeye karşı, CHP'li olmadan her şeye muhalifiz; cin olmadan da adam çarpıyoruz.
Biz neymişiz be abi?!
Mantıklılık çok güzel. Dalgalı, soğuk, insanı titretip kendine getiren deniz gibi mantıklılık. Fakat bazen, kendi mantığımın arkasına sakladığım vicdanım kafasını çıkarıyor oradan, "naber genç?" diyor, "napıyorsun?" diyor, ben "iyi" diye cevap verdiğim için tekrar "peki napıyorsun?" diyor, "beni unutmadın dimi, yıllardır önemli, değerli bildiğin şeyleri unutmadın dimi?" diyor. Hizaya getiriyor beni demagojik yaklaşımlarla. Vicdanım uzun süre kendini göstermediğinde ben alabildiğine katı, köşeli, dümdüz bir insan oluyorum; onun beni törpülemesi gerekiyor.
Bazı şeylere deli oluyorum; örneğin bir şarkıcı ya da bir web sitesi hakkında saatlerce konuşabilip, onları göklere çıkarabilip de; cumhuriyetin kurucusunu anmamın abes oluşuna. Bu ülke için bir şekilde şehit olmuş insanları anabilmek için şu an şehitlik mertebesini veya zorunlu askerliği destekliyor olmak zorunda değilim. O adamlar gereğini yapmışlardır ve bizim şu an kendi evimizde, kendi paramızı kazanır ve harcarken tahayyül edemediğimiz bir dönemde, kendilerinden öte bir şeyin savaşını vermişlerdir. O adamlara saygı duyarım ve yılda birkaç gün de olsa onları hatırlamak kendime yabancılaştırmaz beni (bilakis, yakınlaştırır). Nazım'ın Kurtuluş Savaşı Destanı'nı okurken, Sarı Zeybek izlerken hüzünlenirim, izlemek için başka şeyler tercih etmem buna denk geldiğimde duygulanmama engel teşkil etmez.
O adamlar bir şeyler yapmışlardır, gerekirse ve elimden gelirse ben de yaparım, ben yapar ve başarırsam beni de anarsınız. Beni görmek imzamı dövme diye taşımak değildir (zaten imzamın da estetik bir tarafı yok, onu yaptırmazsınız)
Sonra... Kendimi yine mantığa davet edip deprem vergisi(!)ni sorgulamamam gerekiyor. Van'da depremden ölenleri geçtim, soğuktan ölen ve hala ölmeye devam eden insanlar için üzülmem yersiz. Neden? Çünkü ben mecliste 2011 bütçelendirmesini takip etmemişim!
Deprem vergisi ile ilgili ekonomist dostum Osman'ın yazısını buradan okuyabilirsiniz. Bana ithaf olunmamıştır, fakat benim de içinde bulunduğum bir gruba hitap eder yazının büyük bölümü. Varsın olmasın deprem vergisi diye bir şey ve o vergi, başka şeylere harcamak için alınmış olsun; o da bizim cahilliğimiz olsun. Peki biz vicdanımızın hangi köşesine sığdıracağız, gerektiğinde, olağanüstü bir halde insanların ölmesini engellemek için kendi ödediğimiz vergileri kullanamayışımızı? "Aa, bütçede yoktu" mu diyeceğiz deprem için, fay hattına "bak kızıyorum ha!" diye kötü kötü mü bakacağız? Nedir?
Ne yapılması gerekiyorsa bana da söyleyin; söyleyin ki ben, oturduğum yerden kuvvetli bir nefesle uzaklaştırayım vicdanımı yanımdan ve hiç kıvranmayayım elimden hiçbir şey gelmeyişine, rahat olayım ve ringo dingo, dalga geçmeye devam edeyim hayatla, çünkü bu hayat benim hayatım ve ben kimseye, hiçbir yere, şeye veya kişiye bağlı değilim.
Görmek ister misiniz bu şımarıklığımızın altında yatanı, size kimse gösterdi mi?
Şımarığız, çünkü biz hiç ölmedik ve hiç bilmiyoruz ölmek ne demek ve ne pahasına...
Sonsöz: Hiçbir yere, şeye veya kişiye bağlı olmadığımızda, zamanda savrulup gidebiliriz de pekala, hep yalnızlığımızı sorgulayarak ve hep yalnız başımıza.
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder