Beni girdap gibi içine çeken atalete savaş açtım. Biraz yorucu olmuyor değil. Özellikle de "sikicem ya çok sıkıldım ben artık" diyerek yataktan kalktığım düşünülürse... Lakin kanımın son damlasına kadar savaşacağım.
Bu savaş kapsamında, zaman zaman kısa veya uzun süreli kendime gelişler yaşıyorum.
Kalkıp kuaföre gidiyorum mesela. Saçımı kestiriyorum. Güzel oluyor. Sonra ben hiçbir şey yapmadan, sanki mevsim yazmış, sanki kumlarda uyuklamışım da uzun süre güneşe maruz kalmışım gibi saçlarımın uçları açılıveriyor. Tabi ki sarı olmuyor; ama ilginç bir kızıl renge dönüyor. Kardeşimin saçındaki meç gibi, 26 yaşımda meç edindim kendime. Garip bu, ama çirkin göründüğünü söyleyemeyeceğim. Saçım bir şeye pek sevindi ve kendi kendine kına yaktı, diye düşünmeyi tercih ediyorum.
Sonracıma, gidip Lush'tan kendime doğal ve organik olan her şey gibi gereksizce pahalı bir şeyler alıyorum. Her gün yüzünü yıkayan biriymişimcesine sabun alıyorum mesela. Sürekli kullanacakmışım gibi, krem alıyorum. Pıtır pıtır şekerli, mis gibi vanilla ve çikolatalı dudak şeysi alıyorum. Peeling sözcüğünü kullanmayı sevmeyişimi seviyorum. "Şeysi" daha güzel.
Body Shop'un mis gibi yaban gülü kokan el kremine tav olmuşken, bir de hiç yapmadığım bir şey yapıp göz kremi ediniyorum kendime. Her şeye bu kadar gülmeye devam edersem, kırışıklıkların eli kulağındadır çünkü. Ben onları avantaja çevirip haklarında şarkı da yazamam Şebnem Ferah gibi. Olsa olsa çok güldüğümle övünürüm.
Gidip fotoğrafını çekemeyeceğim şeyler aldığım reyonlarına uğruyorum mağazaların. Şunu söylesem kafi: Kimse görmeyecek bile olsa, kadınlar kendilerine güzel iç çamaşırları almaktan vazgeçmezler. Annemin bir arkadaşı vaktiyle, evden hep temiz ve güzel çamaşırlarla çıktığını, çünkü bir kaza filan geçirecek olsa ve acilen hastaneye kaldırılsa, insanların onu çirkin çamaşırlarla görmelerini istemediğini söylemişti. (Ben bu muhabbetten çok sonra, kadının bu fikrini Teoman'ın sözlerine benzetecektim: "beğensin diye gelirse ölüm, makyajsız gezmezdi")
Spora başlıyorum kuzenle birlikte. Salon sporundan nefret ediyorum, ama squash, hobim olacak kadar eğlenceli gibi görünüyor, şimdiden çok seviyorum. Ofisimden görünen ve yaz boyu orada keyif çatanlara sinir olduğum havuza giriyorum cıp cıp. Ellerim buruştukça içim dümdüz oluyor.
Olmak istemediğim yerlerde olmuyorum, yine de bir sürü yerde olabilişimin değerini biliyorum. Hiçbir zaman yerimde duramayacağım. Bu bir inat değil, bir gerçek ve bunu kabullendim.
Her geçen gün birbirlerine "karı paslayan" arkadaşlarımın aslında aşkı aradıkları gibi zırvalarını dinlemiyorum artık. Velhasıl, beni sinirlendiren saçma savlara kulaklarımı tıkadım.
Evde durup duran gitarın tellerini de değiştirdim miydi, gelsin Akdeniz akşamları (bakarsın gerçekten öğrenivermişim?)
İyi.
Daha iyi olacak.
Kalbim Unutmuyor
6 gün önce
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder