... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

boşvermişlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
boşvermişlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

(çünkü paspallığım eski sevgilimi aklıma getiriyor)

Şimdi görsen bana bayılırdın eski sevgili. O kadar yorgunum ki, kendim için hiçbir şey yapmıyorum günlerdir. Kimseyi görmüyorum mesela iş çıkışı, bak, doldurmuyorum günlerimi onunla bununla. Ben aramıyorum, onlar da aramıyor, sorun yok, kafamı dinlemem gerekiyormuş demek ki. Fırtınadan önceki sessizlik olabilir bu, yakında "eee dışarı çıkmıyo muyuz ya?" diye yakasına yapışırım birilerinin.

Dün akşam mesela, neden yaptığımı bilmediğim bir mesai sonrası eve gidip, iki-üç kısa yabancı dizi bölümü sonrasında koltukta uyuyakaldım. Hiç senin yapacağın iş değil, değil mi? Sabah 05:30 civarında uyandım, dizi bitmiş, televizyon açık kalmıştı. Yeni evde, koltukta ilk sızışımı da gerçekleştirdim. Bir şey diyeyim mi, uyuyakalacağımı adım gibi biliyordum uzanırken, ama o kadar umurumda değildi ki...

Kitaplarımı hala yerleştirmedim odamdaki kitaplığa. Salondakileri ise gelişigüzel, maksat koliler boşalsın. Cıkcıkladığını duyar gibiyim, ama sen hiç gerçekten taşınmadın ki, bilemezsin maddi ve manevi yükünü taşınmanın. Ama bil, tedarikliyim, kitapları özene bezene dizerken çok uğraştığım için kolilemeden önce de fotoğraflarını çektim. Sudoku gibi yerleştireceğim hepsini şimdi. Uyuyakalmazsam tabi.

Seni en çok ilgilendiren taraf ise, paspal paspal gezmem etrafta. Kuaföre gitmem lazım mesela. Saçımı filan kestireyim diyorum, çok uzadı. Makyaj mı yapsam mesela işe gelirken, değişiklik olur? Senin hiç sevmediğin simli zımbırtılarımı bile kullanabilirim artık. Zaten senden çok, annenin görecek olmasıydı sorun. Başkalarıydı, ya bulurlarsa, ya görürlerse; ne olacaksa! O yüzden ICAMES kartın da bende duruyor ya, yakında atacağım onu da, bilesin. Sinirlendiğimden değil, ben niye saklıyorum ki soyut, somut her şeyi?

Yorgunum eski sevgili. Bıcır bıcır da konuştuğum söylenemez bu aralar, yalnız bunun için sevmeyebilirsin beni...

not x enough

Bıraktım, dağınık kalsın.
Sevilmek için değişecek değilim.

(Yapamama basiretsizliği ile özellikle yapmama asiliği arasında ince bir çizgi var. Ben o çizgiyle almanlar oynuyorum.)

DearHead ile Hayat Algılamaları

kadınlar eğleniyor beyler

DearHead bulursanız dinleyiniz demiştim bir yazımda. Çok komik, neredeyse bir yıl geçmiş, ben büyümüş, ev değiştirmişim... O gün çok güzel bir günmüş, bugün biraz daha az güzel bir gün çünkü yanımda Cem yok, Vecihe yok, hayır şu an fiziksel olarak yanımda olmamak anlamında yok'lar, benim hala en güzel günüm gecem değil bu zamanlar.

İnsan hayatı aslında kısa değil, atlatamadığımız hislere, alıp veremediklerimizin aldığı zamana göre kısa.
Görece kısa, ki bu da yeterli. Yoksa sizi hiçbir şey düşünmek zorunda olmadığınız dünyadışı bir yere 4 gün bıraksam, 4 ay gibi geçer o zaman ve sonra tek üzüldüğünüz şey neden sahilde daha çok oturup denize daha çok taş fırlatmadığınız olurdu. Huzur, hayattan çok, hayat algısını uzatır.

Dün gece Kiki'ye, DearHead dinlemeye gittik. Yine çok iyilerdi, en bi yerinde durası insanın bile yerinde kıpırdanmaya teşvik ediyorlardı. Biz bir uyak bulutuyduk isimler bazında, evet ben yine böyle şeyler düşündüm, isimlerimiz ne kadar da kafiyeliydi, gibi. Erce'ye baktım, onunla hep bir yerde durabileceğimi düşündüm. Onunla hep eğlenirdim, hep konuşabilirdim istediğim gibi, pintilik yaptığını düşündüğümde ona hep laf sokabilirdim acımadan. Onunla hep içebilirdim, hiçbir zaman onun kadar çok zıplayamazdım muhtemelen. Beni görünce bana doğru koşardı, ben koşmasam da sorun olmazdı; ben ona ilk ne diyeceğimi, açılışı nasıl yapacağımı düşünmezdim. Bu saydıklarımın hepsini 3 yıl önce de bildiğimi düşündüm. Sabit tedavi. Kararlı ve anlamlı yanıt.

Güzel.

DearHead dinlerken bir şeylere boşvermek çok daha kolay oldu. Uykum açıldığında ben de hopladım zıpladım biraz, valla hafifleyebildiğim kadar zıpladım. "Come... come... come to my sweet melody..."

Çok güzel bir geceydi.


(07-08 OCak 2011, Taksim)

Dünyanın En Önemli Haftasonu

Bu haftaki mesaimizin altıncı günü, Cuma akşamı Ortaköy-Yeşilköy trafiği ile, birkaç saat erken başladı. Otele kuaförün kapanma saatinde girip adımı söylemeden "kuföre haber verin" dedim hemen "5 dakikaya geliyorum." O kadar bitap durumdaydım ki, o kadar olur. Normalin üstünde düzgün görünmek gereken iki günün öncesinde saçımı bile yıkayamamıştım.

Kuföre koşuş, Converse'leri çıkarıp topukluları giyiş, yemeğe iniş. İşte düzgündüm, gülümserdim, parasını vermediğim güzel ve sıkıcı bir yemeğin eşiğindeydim, yüzüme yapıştırdığım bir gülümseme ile...

Friends'te bir "work laugh" bölümü vardır, Monica'nın Chandler'ın patronu için geliştirdiği gülme efektine takar kafayı. O var oysa, daha da çoğu var, "work smile". Yüzünüzde direktörünüzü gördüğünüz zaman, bakanlık yetkilileriyle yemeğin öncesinde veya 250 tane doktoru karşılarken oluşan korprıt gülümsemedir work smile. Aynanın karşısına gidip hayal edin bu dediklerimi, sonra kendi work smile'ınızı bana betimleyin.

Yemeğe oturduk hocalar, biz, bizim ufaklıklar ve bize vermedikleri onayların peşinden aylarca koştuğumuz halde bize "bizim size onay vermemiz gerekiyor değil mi?" diye soran bakanlık yetkilileri. Yetki.lileri, ikişer parmak havada tırnak işareti yaparken, yetki, yetki... Tekrarladığım yetki içimde anlamını kaybederken lokmamı yutmuşum, arkadaşım sırtıma vurunca kendime geldim.

Gece uzundu, salonu kontrol etmemiz ve ertesi günün angarya işlerini yapmamız gerekiyordu; ICAMES'te de yaptığımız ve lokallere delege edemediğimiz için -delege edilecek lokal bulamadığımız için- yaptığımız ama küfrederken bile inanılmaz zevk aldığımız işler gibi ama tam da öyle değil gibi... Sonra yattık, sabah 06:30'da "koğuş kalk!"mak üzere. Uykuya dalarken dostların ve normal insanların Asmalı'ya aktığını düşündüm. İşte bunun için küfrettim, ve uyudum.

Sabah kalktım, otel kahvaltısı, ikinci çay lüksü, sonra salon. Sonra tüm gün koşturmaca, gözetmenlik, fotoğrafçılık, goygoyculuk. Ama yaptık, bitti, güzel de oldu, dağıldık, bana ve topuklarıma onlarca saat gibi gelen trafikte heba zaman diliminde, yolda "sevdan bir ateş"i dinleyip "ne kadar çirkin sesler bunlar, ne kötü vokaller bunlar" diye diye çıldırmış gibi başa sardım (hatta dur gene dinleyeyim hatta siz de dinleyin) ve birilerini görmeye gittim, azıcık nefes aldım, eve döndüm, uyudum.

10 saat artı biraz daha snooze tuşu, yatak keyfi, 11 saate tamamlanıp kalktım. Sıkıntılı bir gün, artık -teşbihte hata olmaz- pity sex'e dönüşmeye başlayan saadetler, dünyanın en sıkıcı adamıyla başbaşa saatler. Ama yer okulum ya, işte bu ya. Veletler vardı etrafta; işte pazar gününü piknik yaparak geçiren eski Boğaziçililer! Ve onların kendi göbek bağlarını örten çimlerde koşturan veletleri!

Boğaziçi, çocukların kedi sevdiği yer. Boğaziçi gibi bir yerde çocukluk geçiren insan korkar mı kediden, köpekten ömür boyu? Korkmaz. Biz ön bahçeyle arka bahçe arasında koştururken kertenkeleden korkmamayı nasıl öğrendiysek ve nasıl da anlamıyorsak minicik kertenkele görünce çığlıklar atan insanları... Nasıl güvercinli parkta yem atarken kuşlara -doğayla dostluğun simgesinin kuşların elimizden yem yemesi olduğu zamanlardı- güvercinlere yaklaşmayı öğrendiysek ve nasıl da anlamıyorsak Friends'te Rachel güvercin görüp çığlık atarken "abi ben evden kaçar, kapıları kilitlerim" diyen insanları... İşte öyle korkmaz o çocuk da kediden, öyle bağışıklık kazanmıştır vücuda küçükken aldığı az dozda doğaya karşı.

Sonra döndüm, önümde adabıyla süslenmiş bir gelin arabası yolda durdu; çünkü yolda durabilirdi çünkü şöförü dünyanın en önemli insanıydı o an, dünyanın en önemli insanı kuaföre girdi, dünyanın en önemli sevgilisiyle -ki adabıyla süslenmişti- öpüştü ve onu elinden tutup arabaya doğru götürdü...

Sonra aynı yolu tekrar döndüm; uyukladım, Tos'la tepiştim, bilgisayara boş boş baktım. Bilgisayara boş boş bakarken de bloga gelen spam yorumları sildim, "japanese high school girls, asian nude girls, drunk girl fucking at college party". Neden blog yorumlarına onay istediğimi konuşmuştuk önceki gece de, işte bundan ulan! Buncacık bir blogken böyle oluyorsa ilerde ne olacaktı kim bilir ve ben sonradan götü kalkmış gibi yorumlara onay istemi koyacağıma baştan almıştım bu tedbiri. Hoş bir şey değil gerçi onay bekleyen 1 yorumun spam olduğunu görmek; sabahın köründe veya gecenin sarhoş olma saatinde Garanti'den gelen mesaj gibi. Olmayan kazanımların boşa gittiği hissiyatı.

Sonra yine Şirinler Köyü; karnımızı doyurduk, beynimizi doyurduk, yarılarak güldük bir şeylere ve Moris'in bir son gününde daha ilk veda muhabbetlerini yad ettik, sonra ben bilgisayar başına oturdum. Yine boş boş bakıyor olabilirim bilgisayara ama bu sefer ellerim klavyede.



Bu yazının bu haftasonunun özeti benim için, aslında, sadece, eskiden olsa kalbimin bırak takla atmayı parendeler, saltolar içinde kalacağı birtakım bakışların ve gülüşlerin beni teğet geçmesi. Neredeyse tüm soluklarını neden benim yanımda aldığını sorgulamak gelmedi aklıma. Sanırım fönle birlikte tüm kırıntılar da uçup gitti benden. Yani, ben 25 lirayı bir föne vermeyecek olabilirim normalde ama bu sefer ekmeğini yedik gibi.

Olay boşluğun dayanılmaz hafifliğiymiş meğer.

"Olay bırakmak kendini boşluğa"



(05-07 Kasım 2010, çoğunlukla Yeşilköy)

Sabun Köpüğü Adamlar

Kalbimin orta yerinden kocaman, yıllanmış bir kurşun çıkarmış, sonra da geriye kalanlar o boşluğa takılıp yerle bir olmasın, birbirine çarpıp parçalanmasın diye doldurmuşum yerini. Hiçbir şeyden haberleri olmadan tarafımca düşünülen, merak edilen, kafaya takılan, kafa yorulan ama daha önemlisi kalp yorulan (kalp daha çok yoruluyor) adamlarla.

Onunla bununla doldurmuşum yerini, hiçbiri çok önemli değilmiş.
Hava cıva.
Ivır zıvır.

Yerine yeni bir dükkan açıldığında "burada eskiden ne vardı ya?" diye düşünülüp bulunamayan yer gibi, oradayken önemli gibi ama yitip gittiğinde alabildiğine önemsiz... Öyle adamlar.
Sabun köpüğü.
Dolgu malzemesi.

Gittiler içimden, kimse fark etmedi. Geldiklerini de kimse fark etmemişti. Söylediğimde en yakınlarım inanmamışlardı bile.

Ne önemi var?
Dünyada üzgün olmaya değer ne var?

Bu aralar en sıkı sıkıya tutunduğum kolun vites kolu oluşu beni düşündürmüyor değil.

Ancak uzun zamandır ilk kez boşluğunu yokluyorum kalbimin. Hissedebiliyorum. Yok orada bir şey, boş artık.

O yüzden kalbimde(n) geriye kalanlar yerle bir olabilir; şartlar müsait.
Hah. Bakalım şimdi ne olacak?



Yazarken hep Yasemin Mori - Kuzgun çalıyordu, tekrar, tekrar.

(26 Ekim 2010, İstanbul)

boşvermişim dünyaya


Kendimi askıya almışım.

Susan Miller ne demiş, hangi gezegenler birbirine girmiş, vallahi ilgilenmiyorum. Sofi'nin Dünyası okuyan küçük çocuk gibi gezegenleri atlayıp direkt önemli tarihlere geçiyorum.

Almak istediğim, yapmak istediğim bir sürü şey var ve liste bile yapmıyorum.

İki aydan fazla zamandır her an taşınacak halde olduğumuzdan odam acınacak halde, umursamıyorum; ama orada zaman da geçirmiyorum.

Deliler gibi şarkı indirmek, dinlemek, müziklerimin bilgisayarlara sığmaması gibi hain planlarım var.
Deliler gibi alışveriş yapmak, giyinmek, aldıklarımın dolaplara sığmaması gibi daha hain planlarım da var (bu daha zor. Fashion's Night Out mudur nedir, ona mı gitsem? 1000 liradan 500 liraya inmiş olabilir D&G ceketler filan, ha-ha!)

Oyun oynamak istiyorum, hatta spesifik olarak bilgisayara counter yüklemek istiyorum, oynamak istiyorum botlarla da olsa.

Tamir ettirilmesi gereken bir sürü şey var evde.

Bense eve girip oturuyorum sadece. Boşvermişim boşvermişim boşvermişim dünyaya ve bu beni rahatsız ediyor.

Kendimi organize etme zamanı geldi; taşınılacak, temizlenilecek, tüm süprüntülerden kurtulunup yeni listeler yapılacak, bir plan içinde plansız yaşanacak ve o "snooze" tuşu, biraz daha uyumak harici tüm sebepler için unutulacak.

Bugün hava güneşli :)

Sinir hoplatan gazetecilik anlayışı

Kırk yılda bir bi gazete çektim önüme uçağı beklerken, sabah sabah sinirim hopladı.

Şu sağdaki kalitesizlikte bir dergi çıkarsam, uyku uyuyamazdım yemin ediyorum. Altı ayda bir veya her gün fark eder mi?

Konulara hiç takılmayın, magazin gazetesi bu. Ben sadece baskıya giydiriyorum şu an. Bu gazetenin editörü, patronu ya da her neyse, bu gazete böyle çıkacağına hiç çıkmasın demiyor ya, bu rahatlık beni gerçekten çok şaşırtıyor.

Bir meslek hiç bu kadar ciddiyetsiz icra edilmemiş olabilir mi?
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!