... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

amaat

bir ihsan oktay anar değil bu, (ne haddime!)


hadi tamam yazışalım ama ben ciddi bir şey istemiyorum ama bir yere de gitme ama ben çok yoğunum ama beni bir tek sen anlıyorsun ama görüşecek zamanım yok ama yazışmak yetmez artık ama benim ol ama prensessin ama seni özledim ama “ben de” ama kalp ama değil ama seni istiyorum ama burada istemiyorum ama görüşelim ama ben gelemem ama ben sıkıldım herkesten ama sıkıldığım herkesle takılmam lazım ama hayatım değişecek ama kendiliğinden değişsin ama yalnızım ama kalabalığım ama ben istediğimde uzaklaşırım ama döndüğümde burada ol ama şeklimizi ben belirlerim ama ne istediğimi hiçbir zaman söylemem ama sen de çok önemlisin ama senin için bir şey yapmak zorunda değilim ve ben kalkar giderim ama ben aslanım kaplanım ve bana her şeyi açıkça söyle ama ben senin sorularını hep duymazdan gelirim ama ben mutsuzsam ilgilen ama senin bir sorunun varsa hadi ben kaçtım ama sana şakalar hazırladım ama beğenmediysen bozuşuruz ama seni başkalarıyla paylaşmak için özel bir isteğim yok ama anlat anlat heyecanlı oluyor...

ama ama ama ama anladığım bir ama varsa o da şu:

it must have been porn ama it’s over now.




yersen.

bir de şusu var bu şarkının, bir üst versiyon, bir başka yaş belki:
http://www.youtube.com/watch?v=vv9WkL7gIPw

iki kapılı sinema kulübünde / metronom usulü gündüz gece

 
tanıştırayım, hipster somon.


Bu akşamki  Metronomy / Two Door Cinema Club konserleri için Küçükçiftlik Parkı'na doluşan neredeyse herkesin "allahım burada ne kadar çok hipster var"vari tivitler atmasıyla, aslında uzunca zamandır yazasım olan bu konuda, bu kez gündemdışı kalmadan iki laf edeyim dedim.

Herkesin herkese hipster dediği bir ortamda herhangi bir sıradışılıktan bahsedilemeyeceği için hipsterlık müessesesini bir elitist olgudan ziyade aşağılanası, dalga geçilesi bir sıfat olarak görmeye başladığımızı sanıyorum; bu konuda herhalde hemfikiriz. Böyle bir müessese olamaz, her kemik gözlüklüyü hipster mı sanalım gibi iddialarım yok; çünkü her akımın bir başlangıcı veya kollara ayrıldığı anlar vardır. Eskiden pop müzik diye dinlediğimiz birçok şeye şimdi "indie" filan denmesi ve hatta sanki o zaman indie diye bir müzik türünden haberdarmışızcasına "tehey gibi eskinin indie'leri, her gidi fleetwood mac" denmesi gibi. Dolayısıyla, hipster diye bir kavramın oluştuğunu ve yakında son düğmesine kadar iliklenen gömlek, vans ayakkabı ve büyük ev ablukada klişelerinden kurtulup düzgün bir çerçeveye oturacağını düşünebiliriz.

Lakin; şu aşağılama olayı oldukça ilginç ve "hipsterlar camiası olarak hepimiz buradayız" demek yerine "hipsterlar sarmış dört bir yanımı" derken o kafada ne tilkiler (veya ne somonlar) dönüyor, merak ediyorum. Kendini, değişik olayım derken alabildiğine sıradan olduğunu fark eden ve bu yüzden özellikle aidiyetçi söylemlerde bulunmayan bu camiadan ayrı tutarak bu görüşü körüklemek mi niyet?

Örneğin biri çıkıp da "ay Küçükçiftlik de aynı Brooklyn olmuş" dediğinde o insan hakkında farklı mı düşünmem bekleniyor? :)

Çember genişlesin, çerçeve belirlensin iyi hoş da, bir takıntım da belli birkaç müzik grubunu takip ediyor veya o bile değil, soundcloud veya hypemachine'e dadandığı için ordan buradan değişik müziklerle karşı karşıya gelip sürekli onlardan bahsediyor diye kişinin kendini pek şekilli sanması... Bu akşamki konserler buna güzel örnek oldu: Metronomy dinliyorum diye ve sırf bu yüzden gevreyen kimse varsa, pekala gidip CV'sinin hobiler kısmına müzik dinlemek de yazabilir, bence sakıncası yok.

Sonuç itibariyle, benim bu akım, tür ya da modanın şu anki haliyle ve bu geçiş dönemindeki kafa karışıklığı ile ilgili görüşüm, şundan ibaret:



Bir de rica edeceğim, şu kafayla hippiliği bir ayıralım; hayat görüşleri oldukça ayrı olan bu iki tarzı birbirine karıştırmaya hiç gerek yok.

(Yazıyı da Helvetica ile yazdım, hadi yine iyisiniz lan hipstırlar, #kips)

Başka bir meziyetin var mı?

O bulutlu gecenin saat ikisinde, hava süt gibiyken, fırsat bu fırsat deyip ellerimiz buruşana kadar çıkmadık havuzdan. Sırt üstü yatıp bulutları bir şeye benzetirken ben (çünkü ben bulutları çok pis benzetirim), adamın biri diğerine dedi ki:

_ Abi hiç çalışmak istemiyorum ya!

Gülümsedim, böyle serzenişlerde sadece benim bulunduğumu elbette sanmıyorum ama işinden memnun görünen insanlardan bunu duymak ilginç oluyor. Öteki dedi ki:

_ E okuduk işte, çalışıyoruz, para kazanıyoruz. Yayın tara, araştırma yap, oraya git, bununla konuş... Başka bir şey öğrendin mi? Ne yapacaksın çalışmayıp, başka bir meziyetin var mı?

"Ah civanlarım ya, yok mu başka meziyetiniz?" diye düşündüm ama ses edecek veya kendimi ele verecek kadar kendimi kaybedersem, azıcık özgürlüğüm de giderdi. Hissetti mi nedir, bana döndü meziyetsiz adam:

_ Ne yapardın sen mesela? 
dedi.

Hiçbir şey söylememek de gelmedi içimden. Mutsuzluğumun orta yerine soru işaretiyle dalmıştı. Bünyem reddediyordu "benim işim bu, hayatım da hep böyle geçecek işte, paramı kazanır, evime giderim, motivasyonum para, mühim olan da arabamı nereye park ettiğim" halini.

Ne anlatacaktım ki, gerçek hayatta hiç karşılığı olmayan bir hayali mevkiye çıkıp kendilerine eriştiğim zaman bana selam vermeyi büyüklüklerine yakıştıran bu insanlara? Onlar için ben önemsizdim; kartvizitlerindeki iki harf kendilerini yüceltiyor, başka bir meziyetlerinin olmayışını belli ki sırf bu yüzden dert etmiyorlardı. Beni hiç ciddiye almayacaklarına emindim.

_ Kitap yazarsam alırsınız.
dedim.

Beni hiç ciddiye almadılar. 


Mutluymuş çünkü.

belli bir isim ve mesleğe sahip adamların laneti var üzerimde.


"Hayırdır, böyle bir olayımız mı vardı bizim?"

Pek Chandler Bing-vari bir yaklaşım, ama insan merak ediyor aniden biri tarafından öpülünce. Böyle bir olayımız mı vardı, yani biz normalde öpüşen insanlar mıydık ya da böyle bir olasılık içinde miydik?

"Yoo." Aslında yoktu. "Sen her şeyi planlı mı yaşarsın?" dedi adam. Genelde evet, planlı demeyelim de, bir kalabalıktan arta kalınan ilk anda, gördüğüm ilk dudağa yapışmazdım. Bir dudağa yapışmam için de, ne kadar sarhoş da olsam, içeride dönen bir şeylerin olması gerekirdi, sırf dürtülerimle ilerlemezdim. Hele de bu kadar dedikoduya batmış bir ortamdayken.

Ama iyi öpüşen adama karşı koymak oldukça zor, hele de sarhoş ve tahammül sınırlarınıza basmamaya çalışan biriyseniz. Karşı koymak gereken bir durum da yok, hesap verecek kimseniz olmadığı ve kendinizle bir hesabınız olmadığı sürece...

Tam o sırada telefon çaldı işte. Adam kalktı, telefonu aldı "eşim arıyor" deyip balkona yürüdü. İçimden "NE?" dediğimi duymadı, yüzümü de görmedi "uyumadım canım..." diye konuşmaya başlarken.

Birkaç dakika sonra geri geldi adam, ben tavana gözümü dikmiştim. Sakince "sen evli misin?" diye sordum, "evet" dedi noolmuş evliysem veya bilmiyor muydun sanki, der gibi bir ses tonuyla. Saçmaladım bundan sonra, girdiğim şoka veriyorum. "Kaç yıldır?" dedim (8), oysa bana ne bundan. Bana ne herhangi bir şeyden; mesela karısını daha önce aldatıp aldatmadığından (evet), hatta karısının ne iş yaptığından (evlendikten sonra işi bırakmış, yani ev hanımı, tam düşündüğüm gibi), ve dahi neden evli olduğundan bana ne, değil mi ama?

(Mutluymuş çünkü. Evli olmasının sebebi bu: "Mutluyum.")

Neden yüzük takmadığını ise hiç sormadım.

Kalktım yerimden, biraz zor oldu kabul, çünkü ne yaptığını bilen adama karşı koymak oldukça zor. Yine de kalktım. "Yarın kalktığımda kendimle yaşayamam" dedim, adamı öptüm ve balkon demirinden bahçeye atladım.

Bu iki oldu. Yalnızlıkla, takriben bir yıl önce sınanıp yenildiğimi sanıyordum oysa. Güreşe doymamışım demek ki. Yazacak çok şey var bununla ilgili; bir erkekten temel beklentimizin AIDS olmaması veya evli olmaması oluşundan girip, benim nasıl da insanları hiç sallamadığım ve bu sebeple tanımadığıma, evli erkeklerin yüzük takmama kurnazlıklarına, mutluluk kavramına; kadının erkekten başarılı olmaması gerektiği gibi, altın günü kişisi de olmaması gerektiğine, kadınların kaşar statüsüne geçme sürecini gün be gün nasıl da anladığıma veya tüm bunları yaşadığımın ertesi günü beni düşündüğünün yarısı kadar umursamadığını her hareketiyle belli eden bir adamın (güya) şakalarıyla neden eğlenemediğime değinebilir; erkeklere, kendimize veya talihimize küfrederek yazıdan çıkabiliriz.

Hepsi mümkün, ama istemiyorum. Bu yazıya, pek uygun olabilecek bir şarkı veya bir resim iliştirmek bile istemiyorum hatta. Bir an önce bitiresim var bu zavallı hikayeciği.

Ettiğim küfürler arasında kaybolmayan tek bir şey vardı benimle ilgili: Neyse ki balkon demirinden atlayıp gidecek cesaretim var hala.

Tahammül sınırlarım içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğim.


sosyalli(n)k

Birkaç kez bu partilere takılan bir arkadaşa, bu SociaLink partileri nasıl oluyor, diye sordum Bursa yolunda araba kullanırken. Ukala olabilirim ama gitmediğim veya herhangi bir duyu organıma temas etmemiş şeyler hakkında ahkam kesmeyi sevmediğimden, en azından güvendiğim birinin fikrini alayım istedim.

"Yea" dedi arkadaş, "işte biz arkadaşlarla takılalım diye gittik öyle, güzel ortam, Boğaziçililer filan, bildiğimiz partiler gibi... Ama giriyorsun mekana, bir sürü göz sana çevriliyor, uzun zamandır da görmemişler ya, bu kimdi filan... Bir de okuldayken yüzüne bakmayan insanlar da oluyor aralarında, ilginç yani. Etrafını çevreliyor birileri, nerede çalışıyorsun ne yapıyorsun'lardan gelir tahmini filan yürütülüyor, olay belli."

"Yani kızlar erkeklerin gelirine, erkekler kızların giderine bakıyor işte." diye tamamladı Kaan.

Yılbaşından beri mıh gibi aklımda tutuyorum bu çok güldüğüm cümleyi. Benim için, inatla davet edilmeme rağmen muhtemelen hiçbirine gitmeyeceğim Boğaziçili çiftleştirme partilerinin esası, Kaan'ın bu cümlesidir.

"Adam kızdan hoşlanır..."

Üzülerek fark ettim şu uçakta, uyku arası sersemliğinde...

Son yıllarda tanıdığım erkekler arasında benimle aynı şeylere, aynı gerizekalı naiflikle inanan tek adam eski sevgilimdi. Sonra çok benzer olduğumuzu sandığım birçok adam tanıdım; birini sevdim, birkaçından da gerçekten hoşlandım ama onlar zamanın gerektirdiği kurnazlıkla kayıp gidebildiler hep; karşımda, yazımda, sesimde durdukları gibi durmadılar, hiçbiri.

Pişmanlık değil de, bunu fark etmek üzücü be.

Yani mesela, olanca hüznüyle şunu söylemeyecek bir daha kimse:
"Adam kızdan hoşlanır, kızın da ondan hoşlandığını sanır..."
 

Sadece eski sevgilim, yazışmalarımızın nereye gittiğini bilen, her şeyi şuurla ve isteyerek yapandı, belki benden bile çok. (Hatta belki ben ondan öğrenmişimdir ayağımı yere basmayı? Öyleyse, iyi etmemişim.)

Onun "canım"ı canımdı; demiyorsa da olsundu, demek ki söylemek istemiyordu. Gerçekte ortada olmayan bir şey beklemiyor; bekleneni veriyor, beklediğini alıyordu karşılığında. Ters köşeye yatırmıyor, bulanık bırakmıyordu. Siyahla beyaz vardı çünkü, gri yoktu lugatında.

Şimdi düşünüyorum da...

Çok adil ve çok hakkaniyetliymişiz.

(12 Mayıs 2012, Londra semaları)


Boğaziçi'nin çok ekmeğini yiyenler

Sıkıntılı bir akşamdı yaşadığımız. Belki yaşadığım demeliydim, çünkü yine karı kızın konuşulduğu, ana teması sperm olan bu akşam, yanımdaki pek sevdiğim adamlar için sıradan bir akşamdı. Masamıza sonradan gelen adam, önceki gece bohemliğin doruk noktasındaki bir İstanbul semtindeki bir sanat galerisinin, maksadı sanattan ziyade bolca içip dağıtmak olan açılış partisinde uzunca zamandır yazdığı bir kızla işleri ilerletmiş, onun evine gitme şerefine erişmişti. İlginç bir laf etti bunu anlattıktan sonra:

_ Biz Boğaziçi'nin çok ekmeğini yedik be abi.

Bu laf iki açıdan ilginçti, çünkü karşımda oturan diğer adam daha biraz önce kendisine (güya) yanlışlıkla mesaj atan birine konuşmanın bir yerinde "seni Boğaziçi'nden bir arkadaşım sandım" demiş ve bir (güya) yanlışı doğruya çevirmişti. Böylece, akıllı ve en azından boş gezenin boş kalfası bir serseri olmayan adam imajını perçinlemiş, birkaç gün sonra sabahın erken saatlerinde o kızın evinden çıkarken görülmesini garantilemişti.

Bu laf şu açıdan da ilginçti: Tek taraflıydı. BÜMED'in şimdilerde pek moda olan SociaLink'lerinde (benim deyimimle Boğaziçili çiftleştirme partilerinde) boy gösterip kendilerine uygun koca arayan hatunları saymazsak, Boğaziçi'nin ekmeğini yiyenler hep erkekler oluyordu. Bir kere, mezun olduktan sonra büyük bir serbestiyle öğrenci/çıtır kızlara yazıp rağbet görenler onlardı. Kızların okulu elemiş, onur belgelerini duvara asmış halleriyle kendilerinden 4-5 yaş küçük oğlanlara yazdığına sık rastlanmazdı. Hem sonra, erkeğin daha fazla kazanmasının, daha iyi şartlarda yaşamasının, çok daha kolayca ailesinin yanından ayrılmasının modern geçinenlerce bile gayet normal karşılandığı bir ortamda, kızın tekini herhangi bir korprıt şirketin bordrosu veya laf arasına sıkıştırılan üç beş İngilizce kelimeyle tavlamak mümkündü.

(Siz böyle kızlar isterdiniz.)


Daha da ilginç ve benim gibi dişilerce trajik olan da, Boğaziçili olmanın hemcinslerim için değil bir avantaj, aksine bir handikap olmasıydı.

Erkek Boğaziçili değilken kız Boğaziçili mi? DAAT! "Bu kız beni donunda sallar, uğraşamam abi yea" diyen erkeğe denk geldiniz, geçiniz. Boğaziçili olmak kızı iş hayatında bir adım öne mi geçirdi? Tehlike sinyalleri: Türkiye'nin en iyi liselerinden birinde (kendini en iyi lise olarak rahatlıkla addetmiş olanda) okumuş, en iyi üniversitesinin en zorlu bölümlerinden birini bitirmiş, 600 sayfa bitirme projesinden kafasını kaldırır kaldırmaz aynı üniversitede paralı bir yüksek lisans yapmış ama henüz işe başlayan sevgilisiyle aşağı yukarı aynı maaşı alıyorsa erkek, bu durumdan rahatsız olduğunu neden kızın işe başladığı gün sevgilisinin yüzüne vurmasın ki, değil mi? DAAT! Geçiniz. Kız, mazallah, erkekten daha mı çok kazanıyor, daha güzel bir semtte, daha güzel bir evde mi oturuyor, daha mı çok para harcayabiliyor: DAAT! DAAT! DAAAAAT!

Geçiniz.

Çocukluk yıllarımızda kafamıza kazınan "sen seçen kişisin" lafının bir hurafeden ibaret olduğu ileride anlaşılır. Kız seçen kişi filan değildir, üstelik seçilmiş de olmayabilir.

Boğaziçili kızların -eğer varsa- tek avantajı, birilerinin gözüne batabileceklerini, sırf bu sebeple bile olsa seçilmeyebileceklerini daha çabuk anlayabiliyor olmalarıdır. Hem, evet, bazı şeyleri hemcinslerinin çoğundan daha çabuk anlayabiliyor oldukları, hem de bununla daha sık yüzleşmeleri gerektiği için.

nefret


Hırsla söylenen nefret sözcüğü büyük sevgi barındırabilirdi içinde...

///

Nefret ettiğim insanları giderek daha az sevdiğimi -biraz da korkarak- fark ettim geçenlerde.

Sanırım böylesi daha kolay olacak.
Bazen ağlarım ben Elizabeth.
Sen üstüne alınma, seninle hiç ilgisi yok.
Hatta muhtemelen sana rağmen ağlıyorumdur.

Evetli Cumalar


Bodrum'daydık, Havana Club'da. İki yıl önce miydi, yoksa üç mü? Önemsiz. "Hayalim üç kelime" diye bir şarkı çalıyordu, eğleniyorduk, yanımızda benim okuldan arkadaşlarım ile, işten bir arkadaşım ve o gün tam bir dallama gibi davranan sevgilisi vardı... 

O arkadaşım geçenlerde evlendi, o gün tam bir dallama olmayan başka bir adamla. Arkadaşım sevgilisinden ayrılmıştı, bir tuzluğun bile ona eski sevgilisini hatırlattığı zamanları atlatmıştı, başkasıyla tanışmıştı, onu bizimle tanıştırmıştı, nişanlanmışlardı, işte evleniyorlardı.
Hayali üç kelime olanların hayalleri belki de daha çabuk gerçek oluyordu. Siz üç kelime yerine üç harf dileyecek mütevazilikteyseniz, naçizane dileğiniz de bir nehir gibi, hatta bir dere gibi, bilinmeze karışıyordu hayaller evreninde. Kimi köprülerin altından çok sular akmıştı, oysa bazı köprülere gerek bile yoktu, altından pekala geçebiliyordunuz karşıya. Yalnız geçebiliyordunuz, başkasıyla denemedim.

Dans pistindeyken, tanıştığımızda hayatımda bu kadar kalıcı olacağını hiç tahmin edemeyeceğim gelinimize baktım. "Fırtına öncesi veda busesi..." başladı aptal şarkı yine. Göz göze geldik, "bunu dinliyorduk" dedim "Bodrum'da. Ne çok zaman olmuş gibi." (Boş konuşuyordum, benim için zaman hep aynıydı.)

Güldük gelinimizle karşılıklı ve dans etmeye devam ettik, ya ne olacaktı?

(25 Mayıs 2012, İstanbul)

Haberiniz yok ölüyorum.

Yok, ölmüyorum. Sadece hastayım, soğuk algınlığı, nezle gibi küçük bir şeyin insanı bu denli rahatsız etmesi şaşırtıcı. O kadar çok hapşırdım ki sonunda eve erken gönderildim, bugün de kalkıp işe gideceğim saatte gözüm akıyordu. Tek gözüm önüme akıyordu, artık ne kadar inanırsanız.

İnsanların muhabbetine daha çok hastayım ama. Mesela ben olsam "o kadar gezersen hasta olursun tabi hıh" diyeceksem bir insana, geçmiş olsun filan da demem. Hiçbir şey demem. Sonuçta müstehak olduğunu düşünüyorsam da zaten hastadır, napalımdır yani iyileşsindir, zaten kızaran burnunu biraz daha sinirle silmesine gerek yoktur.

Ya da öğrendikten sonra "peki" deyip geçmek yerine bir geçmiş olsun derim, yarım ağızla da olsa. (Yalandan da olsaaaa, ne güzel geçmiş olsun dedin bugüüüün, banaaa) Aslında karşımdakiyle pek de ilgilenmediğimi, tek derdimin ertesi güne yapmaya çalıştığım program olduğunu belli etmem. Hatta ben ilgilenmiş gibi bile yaparım da, herkesten bunu beklemiyorum elbette.

Hepsi gerçek hikayeden alıntıdır. Çünkü yirmi yedi yaşındaysanız ve birçok arkadaşınız varsa, hayat bazen bayağı zor olabiliyor. Hasta ve çemkirme potansiyeli yüksek bir haldeyseniz, normalden daha da zor.


Konumuz: İş

Hayatımdaki tek mutsuzluğun yaptığım iş olduğunu varsayacak kadar benimle ilgili hiçbir şey bilmeme noktasına kendini indirgemiş ve dolayısıyla benimle sadece bu konuda konuşabilen arkadaşlarım var.

Benimle sadece bu konuda konuşabiliyorlar, çünkü ben de onların bana anlatmadıklarını artık sormuyorum. Konumuz sadece iş, iş kurmak, olası işler, ne kadara geçinebileceğimiz, vesaire. Başka, kişisel hiçbir şey olmaksızın, aynı gökyüzüne bakmadan, şöyle güzel bir filmde uyuklamadan, sahilde çay içmeden veya, vesaire.

Artık yapmadıklarımı giderek daha az düşündüğüm ve daha az mutsuz olduğum doğru. Bu benim için iyi bir gelişme; sanırım gereken ölü soğukluğuna hakkını vererek erişmeye başladım artık. Eh, zamanı gelmişti; ben her şeyi gereğinden çok, gereğinden uzun zamanlara yayarak üzülüyordum zaten.
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!