... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

Sizi buhranlarıma alet etmek istemiyorum.

Annemle teyzemin bir sey konusurken yolun ortasinda duruvermelerine hep sastim; ben de az once kapinin onunde nedensizce kalakalana kadar. Aniden bir sey fark etmesi insanin... Uzucu be. O kadar uzulebiliyorsun ki, aniden, duruveriyorsun elinde anahtarla kapinin onunde.
Bu kadar dusunmemeliyim.
Bu kadar dusunmemeliyim.
Bu kadar dusunmemeliyim.
Bu kadar dusunmemeliyim.
Bu kadar dusunmemeliyim.
Bir gun once otoyolda bangir bangir sarkilar soyleyip kendi kendime kahkaha atarak ilerlerken bugun halime bak.
Yazi yazayim ben. Uretmeliyim uretmeliyim uretmeliyim, beynim zonkluyor diyen Bulutsuzluk Ozlemi.

(29 Ekim 2012 akşamı tivitleri)


Bugün bu kadarcık sakinsem, bu tamemen Aslı'nın sayesinde.


Eğer kafamı toplayabilir ve konu üzerinde tek bir his oluşturabilirsem; yani saatte bir dalgalanan ve değişen bir his yerine, ne düşündüğümü, ne hissettiğimi bir saptayabilirsem, paylaşacağım aslında. Onun dışında yaptığım her şey, buhranlarıma elalemi alet etmekten başka bir şey değil. Sanırım önce kendi kendime yazmam lazım. Ertelemeden, araya bir dizi veya bir ağlama krizi sokmadan.

Yalnız şunu biliyorum ve emin olduğum bu kadarını söyleyebilirim şimdiden:

Ben, hiçbir şeye inanmadığımı iddia eden halimle bile, birçoğunuzdan daha inançlı; en umudumu kesmiş halimle birçoğunuzdan daha umutlu, hepten boşvermiş halimle birçoğunuzdan daha coşku doluyum.

Sadece bunları arada bir hatırlamam, ya da tamamen unutmam gerekiyor.

benim aklım başımda değil...

Bazen, bazı geceler, bana bi' romantik haller geliyor. Çörekleniyor üstüme.

Ama içimdeki binlerce kelimeyi yazmaya yeltenesim bile gelmiyor. Beceremeyeceğimden değil de... Uğraşamıyorum.

Şöyle bir şeyler:


Şöyle bir şeyler, ki hiç olmamışlardır, ama olabilirler, ama belki de ben bunu artık düşünmek istemiyorumdur...

Tüm savaşların böyle ve bu kadar olması, hayran olunan savaş sahnelerinin Er Ryan'ı Kurtarmak'tan öte, aşka dair bir şeyler olması gerekiyor dünya için. Yani biz, ortaokuldan, liseden bir arkadaşımla bir kafede oturup sağ olan vatanımızda çaylarımızı içerken o şunu dememeli: "Yıllarca aynı sınıfta, beraber okuduğumuz adamın midesinde bir kurşun olması ne kadar garip bir şey yahu." Veya başka biri, daha doktorasını yapacak, daha evlenecek olan biri, Afyon'a çıktığı için sevinirken bir cephane patlamasında ölmemeli, Venedik'te bir kızcağız o öldü diye harap olup gözyaşı dökmemeli.

Yani sadece aşk için ölmeli veya gazi olmalı ve aşk o zaman aşk olmalı.

Gene dayanamadım, değil mi?  Fena oluyorum, çok fena oluyorum biz hep sağ olurken, pisi pisine ölmenin adının şehitlik olmasına, ifrit oluyorum, o kadar işte.

Cephelerde gitarlar, kafalarda aşklar ve ellerde çiçekler olsun istiyorum, sadece o kadar.

somewhere over the friend zone



“I cannot say I wanted to ‘be myself,’ for I knew I was still soft clay. But I refused to be molded.”
Françoise Sagan, Bonjour Tristesse


Ortaokuldayken bir çocuğu seviyordum. Aziz’i. Şimdi o hissi küçümseyecek değilim, karşımda onun olduğunu düşünerek odamdaki aynayı öpecek ve gerçekten öpüşmek gerekirse (tamamen tecrübesiz olduğum için) rezil olacağım konusunda endişelenecek kadar, işte demek ki basbayağı seviyordum.

Yazık ki hiç şansım yoktu. Sınıfın, boyu dışında her şeyi herkesten üstün, sarışın, yeşil gözlü, iyi giyinen, zengin, evinde interneti olan, üst sınıfları tanıyan, tenis filan da oynayan sportmen kızı da Aziz’e aşıktı. Üstelik, kendini çok şanslı gördüğü veya kendine çok güvendiği için bu aşkı her yerde, her fırsatta dile getirmekten hiç gocunmuyordu.  (Bu kızlardan bir başkasına, bundan yaklaşık on yıl sonra tekrar rastladım. Bir arkadaşım kendisini reddettiğinde “halbuki ben senin başına gelen en güzel şeydim” deyip gitti fazlayerlidiziseyrediyorumben kızı. Enteresan.) Bir keresinde bana, Aziz de ben de çok gıdıklanıyoruz diye, “ne kadar çok ortak yönünüz var” demişti kız imalı imalı; Aziz’in de duyabileceği şekilde üstelik! “Ne alakası var ya!” demiştim aniden ama kan beynime sıçramış, kalp atışlarım hızlanmıştı; o an nasıl kızardığımı tanrı bilir.

Günün birinde kız birden, nereden çıktığı belli olmayan bir melankoliye boğuldu. Bu durumla pek ilgilenmedim sanıyorum, kız benim en yakın arkadaşlarımdan biri değildi. Olamazdı. Bana gelip, Aziz’e olan aşkından bahsetmesine katlanamazdım (ben o kadar yerli dizi izlemem). Bir de tabi, içinde bulunduğumuz yaşlar boş melankolinin prim yapmaya başladığı yaşlardı, o yüzden kızın hiçbir şeyi olmayabilirdi de.

Sonra öğrendik ki, kız gidip Aziz’le konuşmuş ve Aziz onu istememişti. Apaçık ve net bir şekilde, çıkma teklifine hayır demişti. Çok şaşırmıştım, konunun benimle bir ilgisi olması ihtimalinden ötürü değil ama, o çocuğun o kızı reddetmesi için herhangi bir sebep düşünemediğim için... Ben o zamanlar, somut ve görünen şeylerin herkesin babasını dövdüğünü düşünüyordum. Benim sınıf birincisi olmam mesela, başkasının sarışın oluşu yanında bir hiçti.

Aziz, benim arka sıramda otururdu. Daha doğrusu ben, ortaokulu liseye ve üniversiteye hep tercih etmiş olan ve hala Orta 3’ü özlemle anan bu “arka çöplük” tayfasının bir ön sırasındaydım. Bir gün okuldan çıkarken, sırtımı tahtaya dönmüş, çantamı topluyordum. Aziz hala yerinde oturup etrafa bakmakta olduğu için de iyiden iyiye ağırdan alıyor, fakat konuşmak için de bir şey yapmıyordum. Aziz bir şey dedi sanırım, cevap verdim, güldük. Tam çantamı kapatıp, “yarın görüşürüz” demek için ağzımı açmışken Aziz bana bakıp “seni seviyorum” dedi.

Kafamı hafif eğdim, bir saniyeden kısa bir sürede yüzündeki ifadeyi çözmeye çalıştım. Çözdüm sandım. Gülümsedim, “ben de seni seviyorum” dedim ona, sonra da “yarın görüşürüz” deyip çıktım sınıftan. O kadar işte. O kadar gerçekdışıydı ki söylediği benim için, ciddi olabileceğine ihtimal vermedim. Biz bunu bir daha hiç konuşmadık, o bana sınıfta herkesin sevdiği kız olmamın dışında bir değer verdiğini söylemedi, sonra sınavlara girdi ve özel okula gitmek üzere ayrıldı okuldan. Bundan kısa bir süre sonra da tamamen koptuk zaten, şu an nerede olduğunu, ne yaptığını hiç bilmiyorum.

Ben Aziz’i hatırladım geçtiğimiz aylarda bir gün ve Aziz’i yazdım ben ilk kez; çünkü aynı şey yıllar sonra tekrar başıma geldi. Beni pek tanımayan, bana, arkadaşlık dışında bir şekilde benimle ilgilendiği konusunda hiçbir ipucu vermemiş bir adam bana “seni seviyorum” dedi. Ben de iki nokta ve bir parantez yaptım ona ve “yarın konuşuruz” dedim.

Arkadaşlığa, kendimize, aileye, aşka dair birtakım fikirlerle başlıyoruz hayata. Zaman geçtikçe o fikirlerin ne kadar aptalca olduğunu düşünüyor, yine zaman geçtikçe o fikirlere geri dönüyoruz. Hani annemizi çok sevip onsuz yapamayacağımızı düşündüğümüz zamandan, ona burun kıvırıp bir şey anlatmaktan vazgeçtiğimiz zamana, sonra da yine “keşke burada olsaydı da fikrini sorsaydım” dediğimiz zamana geçiş anlatılagelir ya ebeveynlere gereken değeri vermek konulu kitap ve programlarda... Ona benzetiyorum ben bu geçişleri. Bir ara, lisedeyken filan, “sevmese neden seviyorum desin, salak kafam!” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Elbette lisede kendime güvenimin artmasıyla doğrudan ilgili bu durum. Ama şimdi yine, ortaokuldaki o noktadayım, o kafamı eğip gülümseme noktasında. İki nokta bir parantez.

Hayat, Meltem Gürle’den öğrendiğim bir circular plot, başka da bir numarası yok. Üstelik, başa döndüğü noktada artık ilerlemeye devam edeceğine dair bir inanç da edinemiyor insan; dünya yedi günde yaratıldı ve tamam, bitti. Koca dünya yoktan var oldu ve benim için bir sözcük dahi var olamadı. Ben de şu an, yine sarışın ve yeşil gözlü olmadığım, topuklu ayakkabılarla tıkırdamadığım, çok makyaj yapmadığım veya sportmen olmadığım için konuların kapandığı noktaya geri döndüm. Tek farkla, artık ne istemediğimi (artık bunu istemediğimi) biliyorum, şekillenecek çok şey kalmadı.

Bir arkadaşlığın aşka döndüğü veya dönemediği noktaların çok ötesindeyiz artık, o kadar uzaktayız ki gökkuşağı bizim için bir nokta gibi. Hem bence o şarkı da şöyle bir şey:

Somewhere over the friend zone,
Mavi kuş sanki bir düş.

(16 Ekim 2012, Boğaziçi Pastanesi)

naçizane: kendine bak-mış

büyük patron bugün dedi ki "olan ve olmayan her şeyin sebebinin biz olduğumuzu anlamak, kabullenmek, kendimize bakmak zorundayız."

///

"sevgili olmayan adam" diye etiket yapmışım. halbuki "sevgilisi olmadığım adamlar" diye yapmalıydım o etiketi.

tabi ki uğraşamayacağım bununla şimdi. eskiden olsa belki.

geçen zaman içinde, üç adam dışında


"bana baktığında o güzel gülümsemenin donmaması için..." filan yazmıştım bir keresinde bir adama. yazmış ve göndermemiştim. sonra bir gün, istifa ettiğimde, zamanı gelmişti. zamanı benim için gelmişti, o kadar işte. tabi ki hiçbir şey olmamıştı.

koca dünya yoktan var olmuş, ama benim için bir tek sözcük bile var olamamıştı.

///

"Dün insanların çok saf olduklarını fark ettim; herhangi bir malın iyi olduğunu düşünmelerinin sebebi, bizzat malı üretenlerin  o malın iyi olduğunu iddia edip bunu tekrar tekrar söylemesiydi."

Jorge Luis Borges, Yorgun Bir Adamın Ütopyası


şubat 2012'de resmi olarak yalnız 3. yılımı doldurdum. şubat 2012'ye kadar geçen 3 yılda gerçekten uzun süreler boyu düşündüğüm 3 adam oldu. 3ünden de bir şey olmadı. benim için 1 şey bile olmadı. o zaman 3te3 diye bir yazı yazacaktım. sonra çok kötümser olduğunu düşünüp vazgeçtim. oysa kötümserlik, içinde bulunulan duruma dair bir tespit değil, içinde bulunulacak duruma dair bir öngörüdür. benimkisi ise bir durum umutsuzluğu, buna da olsa olsa mutsuz denmesi gerekir. her neyse, ben yine de yazmaktan vazgeçtim. istemedim. içim kaldırmadı. olduğumdan kötü görüneceğimden korktum. gerçekten tiksinç, çirkin, çekilmez biri olduğumun sanılmasından çekindim belki de; çünkü kendini öve öve, altı boş övgüleri gerçek hale getirenlerin, insanların algısını sadece bunu yaparak değiştirebilenlerin dünyasında yaşadığımın farkındayım (o yüzden uymuyorum ya bu zamana).

ama artık bir şey fark etmiyor. istediğimi yazabilirim. umursayamıyorum artık.

///

bu geçen zaman içinde, bu üç adam dışında bir sürü birbirinden anlamsız, garip veya sonuçsuz şey oldu. mesela bir tanesi, benim olmadığım şekilde "canım"lı "cicim"li bir tanesi, bana bir gün hiç cevap vermemeye karar verdi. aradan üç ay geçtikten sonra da benden özür dileyip, "nedeni yok işte ya, erkek dengesizliği" dedi buna. peki. bir tanesi evli ve mutlu idi, deryik'in deyimiyle "yemeğim hazır, gömleğim ütülü" mutlusu bu adamı benimle oynaştığı odada bırakıp bir balkondan atlayıp gittim ben. peki. bir tanesi, kendini sadece yedek kulübesine layık gören, ısınma turu atıp sonra tekrar oturan biri... kimseye sarması uzun sürmüyordu her iki anlamda. yani hemen alışıveriyor, alıştırıveriyor ve kısa sürede de sıkılıp başka oyuncaklara bakmaya başlıyor gibiydi. peki. bir tanesine ben gereksiz bir derinlik atfettim muhtemelen. Tsumun bahsettiği "bizim neslin çağın insanı olmakla olmamak arasında fena halde sıkışmışlığı"nın tasviri gibiydi adam; elindekini, ilk günden seks konuşacağı bir ilişkiye indirgeyip, sonra da sahiplenmekten bahsedecekti. peki. bir tanesi kalbimi yerden yere vuracak, ben ona aşık olmadan beni reddedecekti; sadece aşka değil, dostluklara da duyduğum güveni sarsacak, hayatımda yaptığım en büyük hatanın erkeklerle daha iyi anlaşmak olduğu sonucuna vardıracaktı beni. peki. bir tanesi bana uzun uzun bakacak, fakat benden hiçbir şey anlamayacaktı, veya anladığı kadarının bile onu ilişkilerinin çay kaşığı derinliğinden öteye götüreceğinden korkacaktı -ya da bu sadece benim hüsnü kuruntumdu, ben yine, gizli bir derinlik arıyordum adamda- ve isterse hiçbir şey başlamayacak, bu münasebetsiz hikaye eksik kalacaktı. peki.

PEKİ.
yeter.

benim için hiçbir şeyin var olamadığını en çok, selamlarım karşılıksız kaldığında anlıyorum.
bana doğru geliyor o bakış, bana çarpıp bir an duracakmış gibi oluyor, sonra yoluna devam edip arkamda bir yere, kimsenin olmadığı bir boşluğa bakıyor.

güzel şeyler kimsenin olmadığı tarafta herhalde.

ya da ben, görünmezlikte bir dünya markasıyım.

Ardeur de la Vie

Yaşamın, diyor, şulesi.
Yaşamın şulesi, diyor.

Şinanarinarinay narinaynirinay demiyor (iyi ki).



İnsanın kendini içinde (gerçekten) buluverdiği şarkılar o kadar az ki.

Ağlamayın Melisler!


...ve güçlü bir canlandırma bu.



Behzat Ç.'nin müziklerini yapan, Pilli Bebek'in kurucusu Cem Kısmet'le röportaj yapmışlar. 
Son kısmı dikkatimi çekti, o yüzden paylaşacağım.

Cem Kısmet'in söylediklerinin sadece müzik için değil, yazı için de geçerli olduğunun anlaşılması dileklerimle...


Albümü dinleyenler en çok neyi soruyor?
 

‘Kızım’ şarkısını dinleyen herkes ‘çocuğun var mı’ diye soruyor. Şarkı yazmanın mutlak surette yaşanmış bir şeyle alakalı olduğunu sanıyor insanlar. Bir şeyi ancak biliyorsan onun hakkında bir şeyler yazabilirsin diye düşünüyorlar ama hayır, herkes her şeyi böyle tecrübe etmiyor. Bir sürü sevgi biçimi var. Birilerinin kızını nasıl sevdiğini biliyor olabilirsin, empatiyle alakalı bu. Bir de ‘Delilik’i nasıl bir ruh haliyle yazdığımı soruyorlar. Deli olup olmadığımı merak ediyorlar aslında. (gülüyor) Bunu var olan bir durumu gözlemleyerek yazdım; onun bende yansımasıyla alakalı. Karşımda canlandırılmışı var çünkü ve güçlü bir canlandırma bu.


Kaynak.
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!