Bugün yine yüzlerce, hepsi birbirinden acil işimiz varken 4 saat toplantı yaptık, eğitim adı altında. Eğitim önemli, eğitim şart. Özellikle de gavur ellerde seninle aynı işi yaptığı iddia edilen ve daha fazla para alıp daha rahat yaşayan birtakım niteliksiz insanların başının altından çıkan pislikler için koca bir şirketin bilmemnesi tehlike altında kaldıysa, eğitim daha da şart.
Dökümante etmek lazım aaabiii, söz uçar...
"Bizim 'kral çıplak!' diyecek insanlara ihtiyacımız var."
E ben diyorum bebeyim, ben sürekli diyorum da beni de beğenmiyorsunuz ki. "Yalvarırım sen sus" diyor sonra yedek müdür, aman yarebbi yarın öbür gün biri bir şey der de Türkiye'ye halel gelir diye bir şey dedirtmiyorsunuz. Hükümet gibi biz de, divan sistemine ilerliyoruz, hızla. "Sen sus, sen konuş, ama konuştukların da soruyla karşılanacak ve aslında hepimiz biliyoruz ki bunlar fikir değil, bahane."
"Artık olmaması gereken durumları case-by-case değerlendirme lüksümüz yok. Yapmayacağız, o kadar."
Vay anasını sayın seyirciler. O zaman gel sen yap. Gel sen yaptır. Operasyonel anlamda işinle ilgili hiçbir şey bilmeyen insanların müdür olması, patron olması zor. Yoo, onlar için kolay bol keseden atmak. Çalışan için zor.
"Birinin kendi için süperim demesi bir şey ifade etmez, başkalarının ne düşündüğü önemlidir."
Ve patron -herhalde- kendisi için konuşarak toplantıyı kapatır.
Warning değil, Warning Letter.
Bugünün karı, circa sözcüğünü öğrenmem oldu. "Takriben" demekmiş. Circa, cirque, cirque du soleil. Akşam görüşürüz beyler.
Zaytung'un en başarılı kapak çalışmalarından biri Beyaz Yaka olsa gerek:
Müdür CC:li mail atmak, müdürlerden birinin yapmalara doyamadığı bir çirkinlik olduğundan aramızda uzun süre muhabbet konusu olmuştu. Dosya konusu olabilecek önemde ve çirkinlikte (çirkinlik demiş miydim?), şayet lafınızı 50 kerede anlamayan birine göz korkutarak bir iş yaptırmaya çalışmıyorsanız, kesinlikle kaçınılması gereken bir hareket.
Lakin asıl kopuş noktamız "ezberlemeniz gereken 10 temel İngilizce kalıp" konusu. Allahım Allahım. Neredeyse her şeyi "to be on the safe side" yaptığımız bu pek proaktif dönemlerimizde (ki zaman zaman "proactive" diye yazılsak daha doğru duracağız gibi) yüzümüze tokat gibi çarptı bu.
Bilen bilir, buzzword bingo diye bir oyun varmış; bir korprıt toplantı oyunu. Toplantı esnasında sık kullanılan kelimelerden bir tombala kartı oluşturuyorsunuz, sonra o kelime laf arasında geçtikçe işaretliyorsunuz. Bingo'da belli bir kelime sayısını tutturmak gerekiyor, bizse 1. çinko! 2. çinko! ve Tombala! diye bağırabiliriz, Türk usulü.
Aslında sık kullanılan kelimelerimizin kaynağı bile çoğu kez aynı kişi (sürekli müdürlere kafa sallayıp "aynen öyle" diyen insan mesela, ya da dediğim gibi bize "to be on the safe side" angaryalar üreten kişi vb) ama ben eminim ki biz hiç zorlanmayacağız herkese yetecek kadar kelime seçerken. Geçenlerde bir toplantıda proaktif'le tombala bile yapmış olabilirdim, şayet oynuyor olsaydık.
Tabi sıkıntının bir boyutu o "Tombala!"yı çığırmakta. Bunu kim yapacak dersiniz? :}
--> the million dollar question is …… are you brave enough to shout out BINGO when you’ve completed your sheet, or will you just mutter it under your breath with a sense of self-satisfaction???
Doktor olmak bir dönem kolay olsa gerekti; sıfıra yakın bilgiyle bas morfini, bas morfini. Hasta ölse zaten ölecekti ama yaşarsa, senden kutsalı yoktu. Sonra zorlaştı doktorluk. Ar-Ge, daha fazla daha-da-fazla bilgi, çok opsiyon, çok hasta, çok şirket; zaman yetersizliği, verimsizlik.
Şimdi yine kolay sanki, aç iPad'i, takip et flowcharttan, helpdesk elemanı gibi, "baştan başlamayı denediniz mi?" Evet ise mavi hapı alıp uykuya yatınız, hayır ise kırmızı haptan bir tane alıp baştan başlayınız.
Hayır, küçümsemiyorum. Ama bu, gereğinden fazla büyüteceğim anlamına gelmiyor.
Sizin için özellikle "severe and complex depression in adults" inceledim, burada büyüğü var.
Kişiye özel tedaviye doğru giderken, nasıl bu kadar standartlaştırılabiliyor, macera adası kitapları misali tedavi akışları nasıl çizilebiliyor?
Benim anladığım şu: Doktor açığın çoksa, kişiselleşmeyi göze alamazsın. Şimdi... Kırmızı hap isteyenler kaleye mum diksin.
*
Büyük patron çıktı, dedi ki "Türkiye'de iş yapmak hala kolay." Yok yea.
Dedi ki "Fiyatlar düşmüş olabilir ama yine de daha çok satacağız, daha çok!" Daha çok, daha-da-çok-çok! Vurucam kırbacı!
Az parayla çok ve büyük işler yapmışız, ben onu anladım.
*
Bi boy küçük patron çıktı, dedi ki "Restless discontent, yani müspet huzursuzluk önemlidir." Bir olayı yok söylediğinin, hep daha iyi nasıl yapabilirim, kafası işte. Lakin çeviri hoşuma gitti.
Dedi ki "Mavi kitaptan hepimiz sorumluyuz." Ben de "gülümden ben sorumluyum" dedim içimden.
*
Konuşması her daim dinlenen bir adam çıktı, dedi ki "Ezberi bozmak giderek daha zor." Dünya seni ya öldürüyor, ya da daha güçlü olmanı sağlıyor. Öldürmeyen dünya güçlendiriyor, yani. Yaşadığımız dönem başka türlüsüne izin vermiyor. Yaşayıp gidemiyorsun.
Şimdinin twitter ünlüleri zamanında ünlü düşünür olamazlar mıydı? Teknolojiyi küçümseyip ona boş demiyorum, ya Schopenhauer'i yüceltmiyorum (ona hala kızgınım). Sadece tespit yapıyorum.
Baskın mantığı yıkarken hepimize kolay gelsin, dedi adam. Ben de "yıkarlar, yıkarlar" deyip güldüm kendi kendime. E söylesem de hep beraber gülmeyecektik nasılsa.
*
Çizgiüstü birtakım davranışlar varmış mesela, hani eğitimlerde duyup hayatınızın neresine yerleştireceğinizi bilmediğiniz şov kalıplar vardır ya; "see it - own it - solve it - do it" de bunlardan biri. Ya da dördü. Yok yok, biri.
Çizgialtı da geri kalan bahaneler, "bilmiyordum, bana söylenmedi, aa öyle miymiş, bekleyelim görelim, bu benim işim değil" kafaları. Ulan iyi de, bu benim işim değilse sırf çizgiüstü olmak için neden yapayım o işi? Çizgiyi doğru çizin o vakit ki üstünde yalpalamayalım sarhoş gibi.
"Geleceği tahmin değil, tarif etmemiz lazım" derken konuşması her daim dinlenen adam, ben Nike'ın çok başarılı reklamı "Write the Future"ı düşünüyordum. Siz düşünmeyin, buyrun:
Adamım Kobe Bryant. Ronaldo çingenesinin ucube heykelini yıkar, seninkini dikerim.
Sonra başka bir eski, güzel bir benzetme yaptı: "Bazı oyun alanlarında basketbol, voleybol, tenis için çizgiler vardır; gerektiğinde pota konur, file çekilir ama alan aynı alandır. O aynı alanda, her oyunda yer alabilmek gerekir"dedi. Çok korprıt ve fazla odaksız görünse de aslında iyi dedi. Şukunu verdik.
Bu arada "işe 3 ay 2 gün önce başladım" diyen adam vardı; azap çekiyor da duvara çentik mi atıyordu, yoksa o denli mi heyecanlıydı, bilemedim. Lakin na buraya yazıyorum, eğer yazı yazma gibi bir hobisi varsa bol bol işle ilgili döktürüyor olacak. Bundan tam olarak 41 ay 4 gün sonra. Evet. Çentikler sağolsun.
Lisede etüt merkezi gibi bir yer vardı gittiğim... Gider test mest çözerdim arada, çünkü evde yatay pozisyonda testlere odaklanmam zor oluyordu. Ben zaten hiçbir zaman yalnız çalışamadım, üniversitedeki sabahlamalar o zamandan kalma...
Bir konuya takılıp kaldığım için evde dört döndüğüm bir gün (bir orta 2 günü müydü? bilmiyorum) yakınımdaki kimsenin o konuyu benden iyi anlayıp bana anlatması mümkün olmadığından (ne yazık ki evet, durum buydu) annem dayanamayıp gazeteyi açtı ve bulduğu ilk özel öğretmeni aradı. Şu deneme saati bedava olanlardan, tabi, uyanıklığımı nerden aldım sandınız?
O adamlar önce hoca, sonra abi oldular bana; kız arkadaşlarını da dinledim icabında, ayrılışlarına, nişanlarına da tanık oldum, eski erkek arkadaşımla kavga edip orada sakinleştim, deliler gibi zıplayarak deşarj da oldum... Hande diye iki arkadaşım vardı hatırlıyorum, biri bizim okuldandı. Yine üçlüydük biz ve onlar birbirlerine daha yakındı, zaten ben hiç ikili olmadım hayatta ve hiç birine en yakın olan da. Okullarda sıraları ikili yapmaları dışında somut bir burukluğum yoktu bununla ilgili... Yine de bu cümle neden üç noktalıdır, onu tam kestiremiyorum.
O adamlarla bir şekilde lise sona kadar geldim ben, üstümde emekleri de çoktur. İşte onlardan biri, Hasan abi bir gün ben geometri sorusu çözerken beni durdurdu ve "ne düşünüyorsun?" dedi. "Soruyu" dedim. "Hayır" dedi "sen soruyu nasıl çözeceğini düşünüyorsun. Aklına bir sürü yol geliyor, acaba hangisi daha kısa yoldur diye düşünüyorsun. Halbuki o yollardan herhangi birine başlasaydın çözmüştün soruyu bu sürede."
Dediği doğruydu. Ben hep tartardım.
İşte şimdi, korprıt hayatımızda yaptığımız şey de bununla aynı. Bugün, takvimime bir sürü şey yazmıştım ve iki telefon görüşmesi ve bir eğitimsel toplantı ile, onların neredeyse hepsi ötelendi başka zamanlara.
Bir şeyi nasıl daha kısa, daha efektif yapacağımızı düşünürken o kadar çok zaman kaybediyoruz ki, o işe bi "rasgele!" çekip başlasak, bitirmiştik mutlaka. Belki daha az doğru olurdu ama dönüp boşlarımıza bakacak, sağlama yapacak kadar zamanımız da olurdu, düzeltirdik yanlışlarımızı da.
Bu kadar hesaplı kitaplı olmamak, biraz gözü karartıp girmek lazım bir şeylere ki, işler yürüsün.
Kendimi iyi hissederek kalktım sabah; deliksiz ve uzun bir uyku uyumuştum gece. Benim için bayağı uzundu en azından. Dün gece sayfalarca yazı yazmış olmamın etkisi olsa gerek. Yalnız artık çok çekiştirerek yazdığımı fark ettim, yazım çirkinleşiyor sanki giderek. Aklımdakine yetişmek kalemle çok daha zor. Burada, bu paragrafı yazarken aklıma gelenleri anahtar kelimelerle listeleyip sonra onları teker teker açıyorum şeker paketi gibi. Yazarken bunu günlüğüme yapamıyorum, çıfıt çarşısı olur orası...
Aklına bir şey geldi miydi oturup bir seferde yazan biri olsaydım, günlük tam benlik olabilirdi.
Neyse efendim, kendimi iyi hissederek kalktım, geç de kalmıştım üstelik ama hiç acele etmedim. Trafiğe filan da sinirlenmedim, neden bilmiyorum. Manasızca Nil Karaibrahimgil - Resmen Aşığım dinleyerek geldim ofise. Bu şarkıyı dinlemiş ve gerçekten içimden gülmek gelerek eşlik etmiş olduğum bir zaman dilimi olduğunu hatırladım. O zaman da bekardım, şimdi de bekarım ama şarkıları boşluğa söylemenin de secretvari bir havası var, yalan değil.
Susan Miller'ın astroloji yorumunu okudum dün gece. Acele etmiyorum okumak için, zira şimdiye kadar benimle ilgili en ufak bir şeyi tutturamadı kendisi. Bu sefer de "I do not want you to sign a contract when Saturn is retrograde either." yumurtlamış. Sen kim oluyorsun da bana karışıyorsun Susan Miller? Oldu, sözleşme imzalarken Satürn'ü hizalarız. Hem, retrograde ne demek onu bile bilmiyorum ben, bana sağ, sol, Ay'ın arkası, saat 3 yönü gibi anlaşılır tabirlerle gelirsen mutlu olurum. Ha, özellikle benim için çok şahane geçeceğini iddia ettiğin 2011 de sik gibi başladı, ileride de bu şekilde devam ederse iyiden iyiye bozuşacağız, bilmiş ol.
Bugünüm yine, yapmam gereken işleri toplantılar ve çatıda bira içemediğimiz gerçek conference call'lar arasında erteleyerek yarına bırakmakla geçecek ve içimde yerinde duramaz bir huzur var. Yerinde duramaz huzur, bir iç rahatsızlığı hissetmeden sanki her an tuvalete koşacakmışçasına sandalyemin kıpırdanıp durması şeklinde ortaya çıkıyor. Hani "ay tek istediğim eve gidip oturmak" olur ya, işte o yok bende şu an. Bir şeyler yapmak istiyorum, bir şeyler okumak, yazmak istiyorum, yığın bana ne varsa.
Bu bir ay içinde boğazıma kadar kara batacağımı düşünmek çok iyi geliyor bana, donma hissi, soğuktan Heidi veya Reneé Zellweger yanaklı olma düşüncesi, Uludağ, soğuk, rüzgar, hız... Sabırsızlanıyorum şimdiden!
Ve 3 Ocak'ta şafak 15 idi bazı insanlar için. Bunu 3 Ocak'ta fark ettiğimi bugün fark ettim.
Benim için sevinmeyiniz, benim için mutlu olunuz bugün.
güvercin sorunsalı. HIMYM'ın hala izlenebilir olduğu zamanlardan bir kare.
Her hafta düzenli toplanma fikri bizden çıktı, tamam. O birkaç saat iyi kullanılsa çok da etkili olabilir gerçekten ama sırf toplantı yapıyoruz diye boş gündemler üstünden gitmek nedir?
,
Bir kere, ben kendimin bile olmayan bir tezin anket soruları için neden üç toplantımı ve takriben 5 saatimi harcıyorum? Kendimin bile olmayan çalışmaların pisliklerini temizlemek için neden günlerimi harcıyorsam, o yüzden herhalde.
,
Sonunda elde edeceğim şey "her şeye hakim olmak"tan ibaret olacak. Bu ne tür veya ne kadar bir tatmin sağlar insana? Düşünceliyim.
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.