... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

bir şarkı ismi olmayan "bazen"

Bazen, nasıl olacağını bilmediğin bir durumu, kötü olduğunu bildiğin bir duruma tercih edersin... 

Ben bazen ölmek istiyorum.


(31 Ağustos 2013, 22:54, İstanbul)

Ama hep aynı kişiler.

"Düşüncemi belirteceğim. Fakat bu çok gereksiz ve yersiz bir çaba olacak; çünkü size söyleyeceğim her şey bunları kendilerine söylememize zaten gerek olmayan kişiler tarafından duyulacak yalnızca."

J. J. Rousseau 


Lisedeyken, kimya dersinde Pınar hoca ne zaman bir soru soracak olsa sınıftan birinin tahtaya kalkmasını isterdi. Tabi kimse oralı olmazdı. Ben kendime güvenmediğimden değil de, üşendiğimden ve biraz da her soruya atlayan inek öğrenci diye addedilmemek için (oysa artık çok geçti) öyle her zaman parmak kaldırmazdım, eminim benim gibi düşünen başkaları da vardı. Gönüllü bulamayan hocamızın ağzından hep aynı cümleler çıkardı: "O zaman en arkadan başlayalım... Cihan, sen gel." 

Cihan, yavrum, süklüm püklüm tahtaya çıkıp yüzünde -hala var olan- her an komik bir şey söyleyecek ya da gülümseyiverecekmiş gibi ifadeyle soruyu beklerken bol bol gözlerini devirirdi, gülerdik.

Bir kez, iki kez, beş kez, on kez; kaç kimya dersinde aynı şey oldu bilmiyorum, Cihan sonunda isyan etti:
_ Hocam bu sıra artık başka bir taraftan başlasın ama!

Gezi olayları sonrasında forumlarda konuşuldu; "olayları, olayların aslını ve ardındaki amacı insanlara anlatmak önemli". Katılıyorum, önemli. Ama insanın sabrı var, ve gördüm ki benimki pek fazla değil. Yüzyüze belki, ama tanımadığım ve görmediğim, bir tuşla benimle tüm ilişiğini kesebileceğim insanlara karşı sabrım gerçekten az. Yine de insanların değişebileceklerine, gözlerinin önünde bir perde olduğuna inanıyorum. Perdeyi kaldıran, en azından aralayan olmak istiyorum. Bariz aptal olan benimdir belki ama inanıyorum ve istiyorum işte.

Dün bir yazışmaya dahil oldum Twitter'da. Bir kız, yani kız olduğunu düşündüğüm, Nazlıcan gibi gayet kız isimli biri, birilerine yanıt verirken "ama tekme atanların polis olduğunu sanmıyorum belli değil. Ethem'in de kaza olduğu görülüyor videodan bence." dedi.

"Oha" dedim, "hala mı?" Videonun bütünleştirici gücüne nasıl inandıysak, zannettik ki insanlar duyduklarında değilse de gördüklerinde aydınlanacaklar aniden. Demek ki olmamış.

Bundan sonraki yazışma aşağı yukarı şöyle gelişti:

b: polis sokak ortasinda elinde silah olmayan bir adami cekip vuruyor ve kaciyor. goruntu bu, sozun GERCEKTEN bittigi yer. ha bu arada, polis tekme atsin diye ali ismail'i tuttuk diyen firincilarin ifadesini yandas medya bile verdi, bilginize.

nazlıcan: benim gördüğüm. Polise taş atılıyor, silahı ateş alıyor ve vuruluyor. Poliste korkup şaşırıp kaçıyor zaten.
b: "silahi ates aliyor" da ne tatli. Silahlar hep kendi kendine ates alir, ve polisler bu sebeple kask numaralarini silerler ^.^ Evet, "cesitli yerlerine irili ufakli taslar geldi" seklindeydi ifade. Ah kiyamam... Neyse. Gereksiz. Size tatli ruyalar.

nazlıcan: olmuş gitmiş maalesef. bundan ders alınsın. yeni Ethem'ler olmasın.

(Bende şalter atar.)
b: polis, dun yaptigi uzere yolda yuruyen 6 kisiye 50 kisi saldirip yerlerde suruklerse olacak gibi ne yazik ki. iste biz o polis siddetine karsiyiz. hepimiz icin karsiyiz, cunku bu fasistlik. parktaki insanlarin ustune gaz sikmak gibi... ben sizinle daha konusmak istemiyorum; bir insan cani hakkinda "olmus gitmis" diyecek kadar ölmüşsünüz. huzur icinde yatin.

nazlıcan: neyse ki olmamış işte. bekleyelim şurda seçimlere ne kaldı. Siz gelince her türlü olaya izin verirsiniz artık.

b: Ben secimde adayligimi koymuyorum. "Siz"den kastinizi da bilmiyorum, benim siz dedigim kisiliginizdi. Gidebilirsiniz.

nazlıcan: sizin desteklediklerinizi kastediyorum kimi destekliyorsanız artık CHP mi İP mi neyse yani.

b: ben insanligi destekliyorum, baska gayem yok. ölene "aman ne olacak" demem, bu kadar. uzatirsaniz spamleyecegim, gidiniz.

Olmadı. Dayanmamadım. Bir insanın başka bir insanın canice öldürülmesi için "olmuş gitmiş" demesiyle mideme kramplar giriyor. Karşımda olsa bu noktada tokat atmak isteyebileceğim biriyle daha fazla konuşamıyorum. 

Öte yandan, bunu diyebilen insan ne kadar sevilmemiş, kendisine ihtiyaç duyulduğunu bir an bile hissetmemiş olmalı... İçim acıyor onun için de.

 Wish You Were Here çalıyor olsa gerek...

Belki o beraberlik, çokluk, güçlülük hissi hafiften tavsamaya başladığından aradan geçen sürede, bazen umutsuzluğa kapılıyorum. İnsanlığını görmeyecek, duymayacak ama car car konuşacak kadar kaybetmişleri, kendinden ve kendinden olanlardan başka kimseye değer vermeyenleri, bırakın onlar için ağlamayı, onları "bu vatanın evladı" saymayanları gördükçe, sonra da mesela Ali İsmail Korkmaz'ın görüntüleri ortaya çıkıverince, ah diyorum, ah izleyemem. İçim kaldırmıyor. Zaten içim kaldırmıyor ama bir de, birilerinin benimle aynı anda başka ekranlara bakıp, aynı görüntüyü görüp "aman canım, olan olmuş" dediğini düşündükçe, hiç tıklayamıyorum o bağlantılara.

Tabi ki, aynı lisedeki saflıkla eminim benim gibi düşünen başkaları da olduğuna... Ama hep aynı kişiler. Bana öyle geliyor ki hep aynı kişiler parmak kaldırıyor üzülmek için.

Ya da kimse kaldırmıyor, üzülenleri biri seçiyor, rastgele güya, ama hep aynı kişiler.

Lütfen... Artık bu sıra başka bir taraftan başlayabilir mi?


(22 Ağustos 2013, İstanbul)
Fotoğraf: 4 Ağustos 2013, Roger Waters "The Wall" İstanbul konseri
Kaynak: öyle, internet

“Your girl is lovely, Hubbell.”

-->

Carrie, Mr. Big ile bir kumsal partisinde karşılaştığında adamın yanında 26-27 yaşlarında olduğunu iddia ettiği (sonradan 25 olduğunu öğrendiğimiz) bir kadın vardır. Yani kız Mr. Big’den epeyce, kendisinden de 6-7 yaş küçüktür. Eski sevgilisinin yanında başka birini görmekten ziyade, bu kadar genç birini görmek otuzlu yaşlar bunalımında olan ve halihazırda yirmili-otuzlu yaşlarındaki kadınlar arasındaki farkları inceleyen Carrie’ye hiç iyi gelmez. Bölümün öyküsü iyi kurgulanmış, Carrie’nin genel dengesizliğine de cuk oturmuştur.

Biz izleyenler Carrie’nin tepkisine şaşırmayız, çünkü zaten onun hiçbir şeyi ve kimseyi atlatmadığını biliriz. Geriye dönüp bakmaktan değil, direkt geriye dönmekten bahsediyorum; acaba bir şey mi kaçırdım düşüncesiyle dönüp dönüp kendisini aynı adamlarla bulmasından ve aslında bir arpa boyu yol gitmemesinden...

Samantha’yı canlandıran karakter Kim Cattrall, verdiği röportajlarından birinde “Sevindiğim bir şey varsa, Samantha Jones olmamamdır... Üzüldüğüm şey de Samantha Jones olmamamdır.” gibi bir laf etmiş.

Yukarıdaki sahneyi izlerken “ben iyi ki Carrie değilim” demiştim, period.

///

Tabi kafam karıştı. Bayağı şaşırdım. Herşeyinnormalolduğunubirbirimizesürekligösterelim programı kapsamında bana haberi verme görevini üstlenen arkadaşımdan bunu beklemediğim için, gereğinden çok şaşırmış oldum.

Düşününce mantıklı geliyor; şekillendirilebilecek, “ben böyle yaptım o yüzden biliyorum ve benimki doğru, ben yapmadıysam da zaten gerek yoktur”ları seve seve kabullenecek bir insan evladı... Bu kötü bir şey değil illa, sadece bir yaş ve duruş meselesi.  

Yazıya başlığı da attım ama kız düz saçlı mı değil mi, onu bile bilmiyorum. Benim saçlarım da kıvırcık değil zaten, bir vakitler öyle olsa da. Eminim iyi biridir. Güzel olduğunu zaten biliyoruz. Ve de minyon. Hem, kızın bana tercih edilmiş olduğunu söyleyemem aradan geçen 98934801 yıldan sonra. Hatta üzüldüğümü bile söyleyemem.

E peki ben bunları neden yazıyorum?

Çünkü, sevgili cumhurbaşkanımızın tivitlediği üzere: “İnsan hayret ediyor.” 

///

92 ha? 
(müstehzi gülümsemeler)

"kapatmışsın"

halbuki daha ne kadar açık olunabilir, 
ben gerçekten bilmiyorum.

Fotoğraf: 07 Nisan 2013, Heybeliada

var her şeyin benimle bir ilgisi

Aşağıda okuyacağınız her şey, 15 Temmuz 2013 günü saat 14:30 ile 19:30 arasında, Amsterdam'daki Vondelpark'ta, yüzde doksan yatay, yüzde on bağdaş kurmuş pozisyonda ve mütemadiyen yerden çok yüksekte, Gevende'nin Sen Balık Değilsin Ki albümü eşliğinde, pembe bir pilot kalemle, Barselona'dan hediye bir deftere ve noktasına, virgülüne kadar aşağıda yer aldığı şekilde yazıldı.

Şimdi, bazı şeyleri daha iyi ifade edebilirmişim dediğim doğrudur; lakin aklımdan geçen 98934801 düşüncenin bu kadarını bile kağıda dökebildiysem iyi, diyerek dokunmuyorum hiç.
Eğer /// koyduysam aradan zaman ve çok düşünce geçmiştir, yeni bir sayfa açmışımdır.
Ha, bir de bir tek "B"nin kimliğini açık etmedim.

Böyle. 

Müziği açtıysanız başlayalım (ben hep Akvaryum'dan başlarım albümü dinlemeye).



İstediğin kadar başka şeyler çal, hepsi Gevende'ye gelene, Gevende'yi bulana kadar.
Peki bu şarkıları, hani şimdi çimlere doğru, parka doğru çaldığımız bu şarkıları, tekrar aynı şekilde dinleyebilecek miyiz? (Çünkü sanki ben notaların çimlere yayıldığını gördüm az önce)

Bi sigara yaktım.
Yıllardır elimde.

Sigaranın düşmeye yüz tutan külü, bir de Gevende şarkısı gerçeklikle ve gerçek zaman dilimiyle tek bağlantımız.

Gevende 50 saatlik şarkı yapsa,
yemin ediyorum,
sıçmışız.

Virgülleri koyan el benim, az önceki cümle virgüllü daha iyi olur diyen beynim. Sanıyorum ki edebiyatım beş numara on yıldız (oysa ki daha on numara beş yıldız diyememekteyim.)

///

Bu defteri bulan kişi çok eğlenebilir.
(Çimlere yat, ey sen. Kurtuluş çimde. Ayağına değen güneş, elinle kopardığın ot.)
#direngeziparkı

///

Elimde duran şu kalem ve dikiş iğnesi ucu. Bu renklerin mükemmelliği.
Fotoğrafını çekmeye tenezzül bile etmiyorum, olmaz ki.
(Fotoğrafçılık çok başarısız. Hobi olarak da yapma.)
///

Az kaybettim o hissi ama, yazayım yine de. 

Her şey benim içindi bir an.

Güneş.

Az ötedeki kadın. Bana göre yerleştirdi battaniyesini.

Bankta oturan adamlar. İstesem gelecekler.

Dünyanın tüm şişelenmiş suları.

"Su" yazamayan kalem ve dünyanın tüm kalemleri.

Tüm taşınabilir, plastik tuvaletler ve klozet kapaklarında smiley face'ler.

(Bi sigara daha yakayım)
ve tüm sigaralar!

(ve sigara paketinin boşalması - bir zaman tutacı olarak.
"zaman tutacı"
at fav'a :))

Kadının saçındaki dalgalar ve her bir katmanın başka ton sarısı
(başka renk demek isterdim, ama hepsi sarı)

Ambulans sireni!
(tüm hastaneler de benim için)

Burak Altundal
(var her şeyin benimle bir ilgisi)

aniden girilip çıkılan internetler ve tüm "data roaming charge"ları
benim.

havada uçuşan şeyler.
onlar artık neyse.

şu muazzam ağaç kümesi. doğan, yere dalıp tekrar çıkan, üstünde 5-10 kişi olan.
#direnağaç
#direnpark
#dünyanınbütünparklarınıdiyorum

muhteşem renkler.

pembe şortum, simli lacivert atletim, sarı tişörtüm, "whatever" küpem.
Ben alayım ve bir araya getireyim diye üretilmiş tekstil ürünleri.

Kadının elindeki kitap mesela (kadın kalktı, ben kalkarken gördüm saçındaki sarı tonlarını -renklerini değil!-)
kitap benim değil, ben başka kitaplar okuyayım diye onun eline tutuşturulmuş bir şey sadece.

ot! otdergi!
Dünyanın tüm otları!

Gevende'nin akvaryumu

Az önce yeniden uyandığım ve gerindiğim doğa.
(siz napıyosunuz abi feysbukta?)

Kirli gibi esmerleşen ellerim.

Serçe parmağıma taktığım kurukafa yüzük. 
(bazı yüzükler benim serçe parmağıma uysun diye yapılmış)

Az ilerimdeki çirkin, iki gözlü (insan gözü) çanta.
Ben almayayım diye yapılmış.

"Your own personal gökkuşağı"
(Ben görmedim.)

Kendimi dünyanın en karşı konulmaz kadını, hayır, insanı zannederken gördüğüm patates suratım 
(ayfonlar benim değil.)

Çimlerin üstünde beliriveren, babaannemin genç sureti
(hani şu fotoğraftakiler gibi)

rüzgar ve güneş ışınlarının oyunuyla çimlerin yer değiştirişi, kaymalar.
yeryüzü kaymaları!

///

2 saat kadar önce bir ara, kısacık bir süre için "B"yi özlemiştim. Ve bir ilişki içinde olmanın kolaylığını.

Şimdi şurada yatıp, koluma (güzel koluma) ve güneş ışığıyla sararmış ufak tüylerime bakarken "Bunları da biri sevecek" dedim.
Nasıl olduğumuz gibi, burda saçmasapan, güneşin altında yattığımız şekilde sevileceğiz?
Bu kollar, bu tüyler nasıl tek tek?
Çok imkansız göründü.

Ve sanki "B" O'ymuş, ya da ben onun elinden kendimi almışım gibi düşünüp çok mutsuz ve suçlu hissettim.

"Ben" bir şey, matah bir şey olduğumdan değil.
Ama ben her ne isem o onu bulmuştu. Ben Dido "Hunter" dinlerken aldım onu ondan.
(Bana biraz kötü davranması normal.)
Ama bilerek, isteyerek yapmadım ki?

///

"B",

Bak şimdi, üstüne yattığım örtünün altından burnuma gelen buram buram çimen kokusunda sen varsın.

Şu an (bir an) neden ayrıldığımızı hatırlayamadım. Ama geçer.

Seni şu an (bir an) özledim. Ama geçer.

Ben bi sigara içeyim.

///

Sigara paketini "eeeh" diye kenara atarken hatırladım.
Az önce kuzenin "mantarın kafası bu demek ki?" deyişi.
Bizim ilişkinin de kafası bu kadardı. Daha ileri gitmeyecekti. Ben onu daha çok istemeyecektim.
Bitti.

Her şeyin seninle ilgisi, 
senin için,
senin etrafında 
oluş.

Çok büyük suçluluk duygusu.
Olacak gibi değil.

Tanrı bu yüzden bizi yarattı ve terk etti belki.
Ben de kendimi terk etsem?
Hadi.
--o--

Çünkü çok daha fazla sevmek (ben)
ve sevilmek (o)
mümkündü.
İşte sebep buydu.
Bunu unutmamalıyım.

///


Julie Delpy - Mr Unhappy (2 kez)

güneş. nehir kenarında teyze. köpek.
fotoğraf.
mutluluk.

///

Michael Cera & Ellen Page - anyone else but you

(Keşke bu mümkün olsa.)

///

"Bu çalan neydi abi?"

Moby - Porcelain.
Daha ıssız olması gereken Tayland kıyıları.
Dalgaların denize, olur mu be, kıyıya vuruşu gibi şarkı.
(e... e... e...)


Bilmiyorum içinden geçen "nesne"lik böyle miydi ama bir @baltundal olduğunu biliniz isterim, bir de @elyazmalari - Hangisiyse baş sorumlu, o anki halimi benden önce kelimeye döktüğü için teşekkür ederim.
Fotoğraflar o günden, benim. Hayır, fotoğrafçı değlim, ancıyım: instagram/bellatrixbegins.

Mesela Örovizyon İçin Yazı





Bu oldu. Yazdıklarım benim önüme geçti sonunda, ama yazmadan da yaşayamıyorum, eh napalım, böyle olsun madem. Daha azına razı olmayacağımızı da önceden belirtmiştik.

Telefonlar 10 tane kısa mesaj saklayabiliyorken, 8 tane mesaj alanı bende mutlaka dolu olurdu. Onlar hep orada dururdu. Daha güzeli/komiği/daha güzel bir insandan geleni olursa, eskilerden birini siler, o yeni olanı saklardım. Eşyada da böyle huyum, ama yazılanlarda daha fazla. (Keşke insanların da daha güzeli geldiğinde birkaç tanesiyle olan anıları -ki bu anılar bizim hayalkırıklıklarımızdı- çöpe atabilsek). Şimdi... Muhabbette öyle bir yere kadar geri gidebiliyorum ki zaten oradan sonra gördüğüm, zoraki olmayan bir şey yok.  Benim dürüstlüğüm, tatlılığım, eşdüşüncenin çekiciliği falan geçmişte kalmış. İki günde geçmişte kalan -bunu biliyor(d)um- o yüzden daha söylenirken bel bağlayamadığım, ne güzel insanlar ne güzel düşünüyorlar hakkımda diyemediğim şeyler bunlar. Neden böyle dediğimi de açıkladığım üstelik. Kendimi yeterince açık ifade ettiğimi sandığım...

Haklarında karar vermem daha kısa sürüyor sonunda.
"Sevmek bir ömür sürer, 'bundan bişi olmaz' demek bir dakika"

///

Bir ergen deyişi vardır, "Gururun biterse geri dönme, çünkü senin gururunun bittiği yerde benimki başlayacak!" diye. Uyarlamak gerekirse, "geri dönün ya da dönmeyin, sizin ilginizin bittiği yerde benim merakım başlayacak!" Geçmiş zaman, geniş zaman, öngörülen gelecek zaman.

Kalbimin azıcık kırıldığını inkar etmiyorum. Belki çatır çutur kırılmıyor, ortadan ikiye ayrılmıyor ama kıyısından köşesinden kaybediyor işte. Kalbim küçülüyor. Her yıl Kıbrıs adası kadar kalbi erkeklere döküyorum.

Şimdi abartayım biraz, merakımın başladığı her sefer yaptığım gibi, çok şairane oluyor bak:

İnsanlardan çok büyük beklentilerim var.
Mesela vapura binmelerini bekliyorum.
... and point it home.

(~09 Ağustos 2013, Heybeliada)

*Hala Once'ı izlememiş olmayın lütfen. Sizin için söylüyorum.
Hem, bundan sonra gelen şarkı da güzeldir. Daha oralara gelemedik.

Görsel: Zeyyat Selimoğlu - Yavru Kayık kapak çizimi

alternatif şiir

yerin seni çektiği kadar ağırsın,
sevgilinden ayrılmak istediğin kadar yalancı.

(22 Nisan 2013)

Yazmaya devam ediyorum, lütfen müstehcen bulunuz.

Üniversitenin bilmem kaçıncı yılında bir arkadaşım, önceki gün yaşadığı bir olayı anlatmıştı. Bizim bölümde az sayıda olan ağır tesettürlü tayfadan bir arkadaş, bizimkini iftara davet etmiş. Çağırdığı yer de bir ev mi, yurt mu, bir grup insanın finanse ettiği, belli amaçları ve hadis saatleri olan bir yer. Bizimki herkesle görüşen, herkesle arkadaş oluveren biridir (sadece onun cağrılmasından belli değil mi zaten?) tamam deyip kalkıp gitmiş. İftar sonrası oturması sırasında, bölüm arkadaşımız kalkmış, içeriki odadan bizimkine hediye paketiyle kaplı bir şey getirmiş. Beklenmedik bir hediye! Bizimki şaşırmış biraz, "ne gerek vardı" demiş, "peki nedir bu?"

_ Dünyanın en çok okunan kitabı.
_ Aa, Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi mi?!

Arkadaşımın bir daha o iftarlara çağrılmadığını söylesem, herhalde şaşırmazsınız.

Geçenlerde Mehmet Ali Ilıcak karakterinin, Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisine Kur'an-ı Kerim imzalayıp verdiğini söylemesi üzerine (haber şurada.) yukarıdaki olay geldi aklıma. Genetik gibi, evrimi besmele edinmiş bir bölümde ne yaptıklarını pek bilemediğim bu arkadaşlar, kutsal kitaplarını yakınlarına hediye ederken imzalama cüretini herhalde göstermemişlerdir. Tabi onların yaptıklarını yapmanın sünnet olduğunu, onlara dokunmanın bile ibadet olduğunu söyleyen bir takipçi kitlesi yok arkalarında. O yüzden unutmamışlar eşit olduklarını, diğer kullarla.

Benim kafası karışmış milletimin ahlaksız muhafazakarları var haddinden uzun süredir başımızda.

///

Blogların ilk yazılarını hem yazmanın, hem okumanın ne sıkıcı olabileceğini konuşmuştuk Özgür'le bir ara. Doğru, benimki de öyledir. "İlk yazı" niyetiyle yazmışımdır. Pat diye girmeyelim demişimdir.

Ahmet Mümtaz Taylan kadar maharetli de olmamışımdır (şu okuyacağınız, en çok sevdiğim ilk yazılardan biridir mutlaka, metus göndermişti sağolsun):
 
Arayı açtığımın farkındayım. Bir sürü sebebi var, sebepleri hala geçerli. Zannedilmesin ki bu arada hiç yazmadım, hiç kızmadım, kırılmadım, yaşadığımı (ve dolayısıyla yazmam gerektiğini - bunlar o kadar ilintili ki!) hissettiğim hiçbir an olmadı... Ama ikinci kez aynı şeyi yapacak, bir ilk yazı kastıracak değilim.

Peki, neden şimdi?

Dün lütfen ve mecburen son davası görülen Ergenekon'da ifade özgürlüğünün aldığı ağırlaştırılmış darbeler üzerine bugün bir kez daha, eminim son olmayacak bir haber düştü gazeteye ve Twitter'a.
Yargıtay, 'Genç Bir Don Juan'ın Maceraları' adlı Fransızca kitabı müstehcen buldu.  
Sel Yayıncılık’ın sahibi İrfan Sancı ve çevirmen İsmail Yerguz hakkında, Guillaume Apollinaire’nin ‘Genç Bir Don Juan’ın Maceraları’ adlı kitabını yayımladığı ve çevirdiği için ‘müstehcenlik’ suçundan dava açıldı. 
http://www.radikal.com.tr/turkiye/yargitay_fransizca_kitabi_mustehcen_buldu-1145084

Ben Sel Yayıncılık'ın başında olsam bu kadarla kalmazdım:



Bu daha önce hiç olmadı değil, oldu. Fareler ve İnsanlar'a da oldu, Şeker Portakalı'na da, Ölüm Pornosu'na da... Peki ne oldu? Okumadığım varsa aralarında, gidip inadına okudum.

İşte şimdi de inadına yazıyorum. "Evden dışarı çok çıktığı, arkadaşlarında kaldığı..." gibi tecavüzcü savunmalarına, kızın rakı içerken çekilmiş fotoğrafını yayınlayıp yaşadıklarını hak ettiğini ima eden rezil İ. Melih'e göre tecavüzü misliyle hak ettiğimi bilerek, 13 yaşındaki kıza tecavüz eden 26 adamın tek başına Mustafa Balbay kadar ceza almadığı bir ülkede yaşadığımın; bir caminin fermanla değil parayla inşa edildiğini söylediğimde zebanilere yem olacağımı iddia eden manyakların, küfrettiğim zaman beni linç edecek kadar sinirlenen çünkü bunu sadece kendine hak gören zavallı adamların varlığının farkında olarak yazıyorum. 

Yazacağım.

31 Mayıs 2013'ü de yazacağım; insanın Amsterdam'da bir parkta yatarken alabildiğine güzel kafasından geçenleri de, iyi günleri, kötü günleri, üzüldüklerimi, sevindiklerimi... Hepsinin birilerince tü kaka olduğunu bilerek/olacağını umarak, eğer bunlar terbiyesizlikse, alasını yaparak yazacağım. Hala özgürken, hala özgürlüğümüz için o ya da bu şekilde savaşırken yazacağım; "başka türlüsü güç".

Şimdi, beğenmeyen varsa siktirsin gitsin, benim blogumu sevmeyince terk etmek, ülkeyi terk etmekten kolaydır. Kimseyi tavlamak ya da değiştirmek umrumda değil. Kalanların, yazdıklarımı okumalarından bağımsız olarak benim gibi düşünenlerin ne kadar kalabalık olduğunu gördükten sonra, umudu kaybetmek de yok. Sadece ben varım, buradayım, nokta.

Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!