... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

de!


"Bağlaç olan de ayrı yazılır" diyorum sana, umrunda değil ki Hamdi. Bana böyle aptalca bir şeye nasıl taktığımı anlamayan, şaşıran gözlerle bakıp soruyorsun:
_ Niyeki?


Ulan o "ki" de ayrı olacaktı...
Gerizekalısın Hamdi. Ağzımdan çıkanı anlamamandan belli.
Demokles'in kılıcı gibi bir şeyler tepemde, ne olduklarını bilmiyorum, gitmiyorlar da.

Karnım ağrıyor Elizabeth.

Kıymalı

_ Kiymali kir pidesi var mi?
_ Var abla.
_ Bi tane kiymali kir pidesi alabilir miyim?
_ Kiymali mi olsun?
_ Evet.

:)

Bosuna demiyoruz bu borekcilere garson alirken belli bir IQ seviyesinin altinda olmalarina dikkat ediliyor diye!


(26 Nisan 2012, Sisli)

Ortalığın kusuruna bakıcam artık.


Geçenlerde uyandım, ben normalde koltukta yatarım ya, hatta yüzyıl öncesine ait bir yılbaşı gecesinin "içeride yatak var / yatıcan mı / çak o zaman!" geyikleri hala dönmektedir ya benim hep koltukta uyuyakalışım üstüne... Hah işte, yatakta uyanınca bi an anlamadım nerede olduğumu. Mal mal baktım etrafa. Sonra Erinç geldi, yanıma uzandı. Ben Erinç'e sarıldım, çünkü Erinç'e hep sarılınır, öyledir o. Aslında kalkacaktık. Kalkamadık, kalkmak işe gitmek, eve gitmek, spora gitmek; kısacası bir şey yapmak zorunda hissetmek demekti. Uyuduk biraz daha.

Yağmur yağıyordu. Şarıl şarıl yağmur yağıyordu, kafam karıştı. Mal mal baktık Erinç'le birbirimize. Oysa ki ne güzeldi önceki gece. Ne koşturmuş, nasıl da üniversitedeki gibi hissetmiştim kendimi. Ne güzel çıldırmıştık oturduğumuz yerde "çıldırmıycam" diye diye. Sonra ne güzel içmiştik kahvelerimizi, limonatalarımızı benim hep yabancısı olduğum karşı tarafta, Moda'da, hep vaktinden erken kapanan bir kahve zincirinin bir halkasında. Benim üstümde ince bir hırka -ama yamalı değil- yine de o ye Sertab, o ye...

Ama şimdi yağmur yağıyordu, gördün mü bak.

Erinç işe gitti. Ben ne yapacağımı bilemedim bir süre, salonda oturup telefona baktım. Telefona bağımlı olduğumu sananlar bilmeli ki, ben telefona bazen sadece boş boş bakıyorum. Tabi bir şey olmuyor. Neyse. İnsanlar tatilde çalışıyordu. İnsanlar tatilde çalıştıkları için geceyarısı uyuyakalıyor, sabah en mahmur, en tatlı zamanlarında benimle muhabbet edemiyorlardı. Ne yapıyorduk ki biz? Kızdım.

Salonu toplamaya giriştim sonra. Pizza kutuları. Pide kutuları. Limonlar. Kola şişeleri. Kartvizitler. Ben çok düzenli biri olmadım hiç, ama dağınıklıkta da oturamam. Küflenmiş salataların olduğu bir salonun ortasında hiçbir şey ters gitmiyormuş gibi yazı yazamam örneğin. Tahammül edebildiğim tek dağınıklık, kalem ve kağıtla ilgili olandır, o kadar.

Ben dağınıklıkta oturamam, bazı adamların kalbi çok dağınık. Çok dağıtmış hangi kadın geçtiyse oradan en son, ya da belki en son değil de, ondan sonra birçok kişiye yazık bile olmuş belki. Yine de sevilmiş o kadınlar, yine de hala seviliyormuş o kadınlar, ne yapmışlar bu kadar sevilmek için kötü olmaktan başka, o da muamma.

Ben çok iyi biri olmadım hiç, ama kötü de olamam. O yüzden ben bir kez "beni arayabilirsin aslında" dediğimde, bir daha zamanı geldiğinde (yılda iki kez gelen zamandan birinde) mutlaka aranmayacağımdır. Mesaj atılacaktır bana. Ayıp olmasın mesajı.

Kızdım daha çok. Hızımı alamayıp bulaşıkları bile yıkayacaktım... Yıkamadım ama. Ortalık toplamak istemiyorum belki ben, dedim. Ortalık toplayacak bir şey yapmadım ki ben? Bu kartvizitler bile benim değil. Bu kadar iyilik benim değil ya da benim kötülüğüm bu kadar işte: "Topla, öyle geleyim" demek. Ben kendi bardağımı mutfağa götürürüm çünkü.

Yapacak bir şey kalmayınca uyandırdım kalan tek arkadaşımı. Gidip menemen yedik 6,5 liraya, çay da bedava.

Öyle de bir güneş açtı ki biz dışarı çıktığımızda, aklınız şaşardı.


(22 Nisan 2012 Cumartesi, TIWIG)
Çizim: Erinç







bir yaşıma daha

"Bir yaşıma daha girdim!" ünlemi, şaşkınlıkla karışık bir şeyi öğrenme, anlama, fark etme nidası değil midir?

Bense bir yaşıma daha girdikçe daha az şey anlıyorum halbüse :)

:)

Sevimli filan davranmak zorunda hissetmiyorum kendimi, sosyal ilişkilerinin yükselişi fiziksel çöküşlerine bağlı olan tanıdıklarıma karşı. Birine onu önemsediğini onun istediği şekilde göstermekten imtina etmek acizlik bana kalırsa.

Çok mu mainstream geldi doğumgünü kutlamak?

Benim için doğumgünü önemlidir, bunu 98934801 kez tekrar etmem gerekiyorsa kendimi hiç tanıtamamışım demektir. Bu da benim aczim olabilir tabi.

Ben gülünecek bir şey göremedim vallahi.

bir skeptik kolay yetismiyor.

"her sey senin elinde" eyyami vardir ya...

yoo, bence her sey benim elimde degil, her sey benim kafamda. ben oyle kendi kendime kuruyorum, yasiyorum, yaziyorum; kimsenin ruhu duymuyor vallahi.

artik oyle bir hal aldim ki, bir yerden sonra nelere kendimi yok yere inandiriyor olabilecegimi daha yasarken saptamaya basladim. dogru da cikiyor ha, pek maharetliyim bu konuda.

boylece giderek daha cok saptama yapip kendimi daha az kaptirir hale gelebilmeyi, bir sure sonra da tamamen taslasmayi planliyorum :)


(15.04.2012, Istanbul)

sonuçta bir uzatma kablosuna bakıyor olay


sıkıntı şu ki, benim toparlanabilmem, iTunes'u çalışır hale getirmem, ayfona müzik atmam, aypodu bilmem naapmam, tüm banka hesaplarımı düzenleyip internet bankacılıklarını aktive etmem, odamdaki ıvır zıvırı toplamam, "been there/done that" kutumu düzenlemem, aldığım o lanet gelesice harici harddiskleri toparlayıp, format mı atacaksam ne yapacaksam onu yapmam, oyundaki farelere (artık ayıp!) katılmam, moda kulvar'a yazmaya abanmam ve kafamdaki/ajandamdaki/telefon notlarındaki ve bana "bişey yaparım ben bunla ki" dedirten görselleri olup da sonra tekrar bakmak için okunmamış hale getirdiğim tüm blog girişlerindeki onyüzbinmilyon yazıyı ve en önemlisi re-amsterdam'ı bloga dökmem için iki günlük üç günlük değil, en az iki haftalık bir tatile ihtiyacım var.

çünkü efendim, iki günlük tatil yayıp yatmakla, uykumu almakla, portakal sıkmak ve ancak game of thrones'un yeni bölümünü ve/veya o hafta kaçırdıysam leyla ile mecnun veya behzat ç.nin tekrarlarını izlemekle geçiyor ve bitiveriyor! ben kendime gelene kadar haftanın başı geliyor, hop yine iş, hop yine eğitim, yine gereksiz bir sürü -buralara buralara- we don't need no education!

tam da ben böyle düşünürken şirketimin devlet dairesi usülü iki hafta blok tatil uygulamasına geçmesi, yani şu an hangi dönem olacağı belirsiz iki hafta şirketi kapatıp gidecek olmamız beni sinirlendirirken bir yandan da düşündürdü (bakınız sadece gülerken düşünmüyorum): Hiçbir tatil planı yapamazsam, kimseye kendimi uyduramazsam ve bu yaza kadar evlenip, çoluk çocuğa karışıp "valla iyi oldu böyle bey, okullar da tatilken iki hafta avşa'ya kaçıverelim" diyemezsem, kalkar heybeliye gider, yazımı yazarım mis gibi, sivrisinekler ve sürekli evin/bahçenin neresinde olduğuma ve hangi ağacın meyvasını aşırdığıma bakan babam elverdiğince.

sonuçta bir uzatma kablosuna bakıyor olay.


Ruyamda bile seni goruyorum Elizabeth. Baska kimseyi degil.

Tabiri caiz mi bunun simdi?

ya da umut suzsunuz

arada aksini iddia etsem de, kerizin teki olmadigimi biliyorum.

mesela sirf bogazi 180 derece goren bi yerdeyim diye, bira iciyorum diye, hava guzel diye veya oyle dersem olur, maksat evrene pozitif enerji yaymak diye icimdeki yumruyu gormezden gelecek degilim.

(bahar gelir, fark edilmez olur, insanlar gormeyince)

umutluyum yine de.
umutlu insanla umutsuz arasindaki fark da, bugun her sey guzel demekten ziyade, su degil mi zaten:

bir gun her seyin yerine oturacagina inanmak,
veya
bir gun her seyin yerine oturacagina inanmamak.

(yerine oturdugunda, guzel olacaktir zaten.)

böyle olduğumda mı gelir bahar?

Oturduğum yerde aniden gözlerim dolunca ne yapacağımı bilemeyip "27 yıldır olmayan alerjim mi çıktı benim acaba ya" diye yüksek perdeden konuşarak gözleri kurulamaya girişmekten,

(Evet, 27 demeye alıştırıyorum kendimi.)

Hiçbir zaman istediğim yanıtları alamamaktan,

Kesip atılmaktan ama kestirip atamamaktan; kendimi kısıtlamaktan, kendime işkence etmekten,

Kalkıp gitmeye üşenmekten,

Sadece rüyamda kavga edebilmekten, sadece rüyamda insanların utanmasından, üzülmesinden, yüzlerinin kızarmasından,

Gecenin bir vakti evden çıkıp maç izlemekten, o da yoksa ntv spor izlemekten, yoksa futbol muhabbeti yapmaktan, yoksa muhabbet etmemekten; son tahlilde sıkılıp başka şeylerle ilgilenince teknolojinin, telefonun, şunun bunun kulu kölesi olmakla itham edilmekten,

Her gün aynılıktan, boşluktan, zevksizlikten, arabasını otoparkın yarısını kaplayacak şekilde park eden insanlardan, cıvcıvlı müzikten, işimden gücümden, CIP salonlarından, sabah 5'te çalan alarmdan, arabadan aşağı sigara kutusu atan şöförden, taksicilerden ve tekrar başlayan Akasya Durağı'ndan, polislerden ve hala devam eden Arka Sokaklar'dan, aynı gün bir diziyi ikinci kez izlemekten, herkes uyuduğunda uyanık olmaktan, bahardan, bir anlamı olmayan erguvandan, KYK'nın geri ödemesinden, otomatik ödeme talimatlarından...

(bitmiyor)

Ben birkaç istisna hariç her şeyden ve herkesten
NEFRET EDİYORUM.


Öğrenemedim, hala öğrenemedim sabah nerelerde güzel uyanılacağını.
O yüzden kucaklanmıyor bu bahar belki de.


(Kendi kendine tokat attığın görülmemiş şey değildir bellatrix. Ağlama diyorum sana.)

3

bazı adamlardan neden hoşlandığımı hiç hatırlamıyorum.









umarım bir gün her şeyi unuturum.

down the rabbit hole

Çok aptalca gelmiyor mu size de bazen, içinde yaşadığımız sürekliliği tanımlamak için bir sürü birim icat etmiş olmak; salise, saniye, dakika, saat, gün, ay, yıl sözcüklerini uydurmuş olmak, sonra da gün ışığıyla uyanıp gün batınca uyumayı hiç önemsemeden ve tüm horozları hayatımızdan çıkararak kendi uydurduğumuz bu şeye aykırı yaşamak, aykırılıktan saptığımızda "uyuyamıyorum yea, insonmiac oldum yea" demek ve dahi sapkınlığımızın altını çizer gibi bir de bir ileri, bir geri almak gün ışığımızı, biyolojik saatimiz aslında hiç değişmezken...

İnsan o yüzden zaman mevhumunu kaybettiğinde kendini geniş bir delikten aşağı düşüyor gibi hissediyor (Alice'in kara deliği de böyle bir yerdi bence, saatin de diğer her şey gibi gereksiz ve nafile olduğu bir yer). Akreple, yelkovanla, noktalarla sınırlanan zamanın genişlediği bir delik. Yakınlarda yaşadım, oradan biliyorum. Tavsiye ederim.

(Amsterdam'a gidiniz).

gönder

_ Göndere çekilen bayrakların kime gönderme yaptığı merak konusu. Yoksa gönderme oradan mı geliyor: Gönder - Me. Örneğin bir devlet büyüğü vefat edip bayraklar yarıya indiğinde mi gönderme deriz biz buna?

(Bazen böyleyim. Benden çok "böyle" olan Askı da beni gazlamasa çıkmaz bunlar yine de.)

sen söylediğin için değil

Arabayı çalıştırdığımda ötmeye başlayan "kemer takmadınız... kemer takmadınız... kemer takmadınız..." anlamındaki sinyal önce sakin, sonra sinirli sinirli, sık aralıklarla ötüyor.

Ben bazen hiçbir şey yapmıyorum. Üç-beş dakika geçip, sinyalin susmasını bekliyorum ve ancak sustuğu zaman kemerimi takıyorum.

Bu da benim anneme "havanın soğuk olduğunu biliyorum ama sen söylediğin için değil, gerekli olduğunu bildiğim için üstüme kalın bir şey giyeceğim" deme şeklim.
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!