... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

İsmet Berkan, hayal dünyasından bildiriyor.



Bugün, İsmet Berkan'ın Hürriyet'te dün yayımlanan yazısını okuduğumda dehşete düştüm; çünkü sağduyulu bildiğimiz gazeteci-yazarlar "kobay yasası çıktı!" minvalinde ve kalitesinde yazılar çıkardığında dünyadan hepten ümidi kesesim geliyor.

Yazının tümü şurada: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21304756.asp
Ben bazı kısımlara kısaca değinecek ve iletilen fikirle ilgili görüşümü söyleyeceğim. Olabildiğince objektif bir "içeriden" görüş yansıtmaya çalışacak ve İsmet Bey'in yazısında eksik olan bilgi ve araştırma eksiğini kapatmaya çalışacağım. Elbette benim yazdığımı en fazla 200 kişi okurken, yaptığımın deniz yıldızı hikayesinden farklı olmadığının bilincindeyim. Ama işte, bir yıldızın daha hayatı kurtulur belki...

İsmet Berkan, ilaç klinik araştırmaları için "sınırsız özgürlük" olan bir dünya hayal etmiş. İyi niyetleri için kendisine teşekkür etmek isterim; ama ne ben insan hayatı söz konusuyken sınırsız özgürlükle ilaç çalışması yapmanın yanında olurum, ne de dünyada durum budur. Birkaç şirketin, yasal boşluklardan yararlandıkları birkaç beşinci dünya ülkesinde (Türkiye'yi üçüncü dünya ülkesi olarak referans alıyorum) yaptığı kontrolsüz, denetimi yetersiz ve gönüllülük esasına dayanmayan deneylerden ötürü tazminat ödemek zorunda bırakılması, dünyada ve Türkiye'de de işlerin böyle yürütüldüğü anlamına gelmez.

Bilakis, Türkiye benim bu işin içinde bulunduğum 5 yıl içinde 3 yönetmelik ve onlarca kılavuz değiştirmiş, Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü (yeni adıyla Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu) ile Türk Tabipler Birliği'nin davalarını uzunca bir süre endişeyle seyretmiştir. Sonunda, Nisan 2011 tarihli bir yasayla, klinik çalışmaları düzenleme yetkisi Sağlık Bakanlığı'na verilmiştir. (Bu noktada, yürütme sistemine duyulabilecek herhangi bir güvensizlik, ilaç şirketlerini bağlamaz. O, gazetecilerin ele alması gereken apayrı bir konu olabilir.)

Devam eden çalışmaların geleceğiyle, ilaca erken erişim imkanı bulan hastaların bu belirsizlik durumunda ne yapacağıyla ilgili kafa yormak zorunda kalan klinik araştırmacılar olurken, konunun yasa ile düzenlenmesinin ne kadar önemli olduğunu kavrayamayan gazeteciler insanlara utanmadan "kobay, denek" dedikleri saçmasapan manşetleriyle ortalığı galeyana getirmekle meşgul olmuşlardır. İşte, klinik araştırma alanında ne yazık ki en geniş kapsamlı dezenformasyon, bilmeden, araştırmadan, sansasyon kokusu alır almaz aklındaki ilk şeyi yazıya döken gazeteciler tarafından yapılmaktadır. O yazıyı yazdıktan sonra rakı masasından kalkıp aldıkları mide ilacının yararının da klinik deneylerle kanıtlanmış olduğunu, aksinin mümkün olamayacağını düşünmeyişleri, yüksek olasılıkla kafalarının güzel olmasından kaynaklanmaktadır.

Peki, İsmet Bey'e katıldığım herhangi bir nokta yok mu? Var elbet.

İlaç şirketlerinin, kar etmeyeceklerini bildikleri ilaçlarla ilgili çalışmak istemeyişleri, bana göre küresel bir azabın parçası. Bu konuda, özel sektörün her alanında olduğu gibi, ilaç şirketlerine büyük bir yaptırım uygulanamıyor. Sonuçta molekülü araştırıp bulması için bilim adamına, sonra geliştirme için dünyanın dört bir yanındaki çalışanlarına ayırdığı Ar-Ge bütçesinin miktarı gibi, ilaçtan vazgeçip geçmemek de şirket yöneticilerinin kendi vicdanına kalmış durumda. Bir telefon üreticisinin her yeni modelde, önceki modelde olan bir özelliğe yer vermeyerek, çeşitlilik kisvesi altında satışını arttırışı da benzer bir durumdur; fakat konu insan sağlığı olmadığı için dikkat çekmez, haber olmaz.


Bu saydığım konu haricinde, ilaç araştırma ve ruhsat süreçlerinin ne kadar zorlaştığını bilmeden, gazetecilerin iddialı yazılara balıklama dalmamalarında fayda olduğunu düşünüyorum. Şu an Türkiye'de bir ilacın ruhsat alması için, üretildiği tesisin üretim bandına kadar Sağlık Bakanlığı tarafından denetimden geçerek GMP (Good Manufacturing Practice) sertifikası alması gerektiğini ve Sağlık Bakanlığı'nın, halihazırda yavaş işleyen devlet dairesi bürokrasisine bir de yetersiz kadroyla dünya çapında üretim tesisi keşfine çıkma yükünü bindirdiğini bilmek gerek örneğin. Ya da, klinik çalışmaların hiç de sanıldığı gibi denetimsiz işlemediğini, bu işi yapan insanların ajandalarında "şu denetim bir geçsin de", mezar taşlarında da "yarın öbür gün bir denetim gelse..." yazdığını öğrenmiş olmak gerek. İşimizin, "yazılmadıysa olmamıştır" düsturuna dayandığını, klinik pratikte olduğundan çok daha detaylı tetkiklerle, hastalara çok daha titizlikle yaklaşıldığını; klinik çalışma ilaçlarının hastanedeki hiçbir ilacın olmadığı kadar sıkı takip edildiğini bilmek gerek.


Türkiye gibi işlerin "denetleyemiyorsak yasaklarız" anlayışıyla ilerlediği bir ülkede bile, ilaç geliştirmenin yasaklanmasının sevinilecek bir durum olmadığını bilmek gerek.
Türkiye'de, basının da büyük marifetiyle klinik çalışmalara şüpheyle yaklaşıldığını, çalışmalara hasta alınamadığını, yönetmelikte 30 günde çıkacağı söylenen etik onayların aylarca beklendiğini, Avrupa'dan, Amerika'dan fersah fersah geride olduğumuzu ve tüm bunları global takımlara açıklamak çok zor olduğundan, uzun lafın kısası Türkiye "ben büyüyen bir pazarım" diye alabildiğine kibriyle yerinde saydığından, yakında bu ülkede çalışma yapmanın imkansız olacağını da bilmek gerekir.


O zaman belki İsmet Bey altıncı filo defolmuş gibi sevinecektir amma, Sağlık Bakanlığı'nı, tabir-i caizse basarak, çocuklarının bilinen tek iyileşme umudu olan ilacın çalışmasını onaylatan ailelerin yaşadığı bir memlekette olduğunu da unutmaması gerekir.

(27 Ağustos 2012, İstanbul)


Konuyla ilgili diğer yazılar:

Yoksa siz de kobaylaştıramadıklarımızdan mısınız?
http://bellatrixbegins.blogspot.com/2011/11/yoksa-siz-de-kobaylastramadklarmzdan.html

"Halk" Partisi:
http://bellatrixbegins.blogspot.com/2011/11/halk-partisi.html


Böyle buyurdu Freud.

(Uykusuz 2013/07, Yetkin Gülmen, Esnek ile Geniş)

İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. İnsanların "Tecrübe" dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kaybetmiş bir insana "Tecrübeli" denir.

Sigmund Freud


Bunu dövme yaptırsam yeri.

 

Basit, güzeldir.


Basit from halukjohn on Vimeo.


Bir Levent Sevi şiiri. 

Levent Sevi, lisedendir, Boğaziçi'ndendir, oyundaki faredir, şu yazının da son sahnesidir.

Unutmadım Reductio

Unuttum sandın Reductio,
Yanıldın.


"Durup durup sana sesleniyorum."
Turgut Uyar

Sadece sana artık eskisi kadar inanmiyorum.

papağan

kimisi inanmak için veya inandığınızı hatırlamak için camiye, kiliseye, sinagoga, bazilikaya, katedrale gider...

kimisi de psikoloğa.



beni kimse geri aramıyor ama.

Canın isterse Ege'cim, hadi bay.


Ege'yi hep ve sadece böyle hatırladığımızı itiraf edelim. Tamam.


Hiç düşünmeden dinlediğimiz şarkılar vardı ya küçükken... Geçenlerde spordayken nereden aklıma geldiyse Ege'nin Yaz Aşkım'ı dolandı dilime. Sporda olduğumu özellikle söylüyorum, çünkü o esnada etrafta her spor salonuna CD ile dağıtıldığından şüphelendiğim bir apaçi müzik derlemesi çalmakta olduğu kesindi. Yani ben bir süredir başka bir müziğe maruz kalmamıştım.

Aslında tüm şarkı ibretlik bir paylaşım ama can sıkmak istemiyorum. En can alıcı kuplesini hatırlatmak gerekirse:

"Başlamam, biteceğini bile bile bu aşka başlamam
Ne seni ne de kendimi ateşe atamam
Anla beni yaz aşkım"

Belli bir yaşa geldiğimizde, diye düşündüm kendi kendime, bize bunu söyleyen adama "siktir lan yavşak, canın isterse" diyecek veya bu minvalde bir cümleyi biraz daha usturuplu dile getirecek inanmazlık seviyesine geliyoruz. Getiriliyoruz. Adam böyle deyince "ah canım beni de düşünüyor" deyip avunacak varsa aranızda, çıksın ortaya şöyle elimizi kolumuzu sürtelim, belki bir şeyleri unuturuz.


Tsss...
Aşkım diyor bir de hala pezevenk.

çeyrek hikaye, sıfır soru

"Dumura uğramışsın da ondan" dedi.

Biliyorum. Biliyorum ya bilmez miyim, dumura uğradım da ondan konuşmadım. Şaşırmıştım, kafam iyiydi, ağzımı açıp bir şey sormadım. Bereket versin ki dümdüz cevabımı fazla düşünmeden, zorunda olmadığım hiçbir açıklama yapmadan verdim. Bende zaman zaman tezahür eden acımayla karışık kabullenme baskın çıksaydı, zorunda olmadığım bir açıklama yapmak için gereğinden uzun süre bekleyecektim. Sonra da uzun süre arayıp sormadığı için, ayıp olacak diye ama ayıbı büyüttüğünü göz ardı ederek karşısındakini yine aramayan adamın ondan sonra söylediği her şey gibi, geç gelen "hayır"ıma inanılmayacak; dahası, bu gecikme sükutun ikrardan gelişine yorulacaktı.

Şaşırmıştım, kafam iyiydi, ağzımı açıp "niçin?" diye sormadım. "Brad Pitt mi, Tom Cruise mu?" diye sorulduğunda bile "niçin? diyen ben! Edat tümleçleri önemini mi kaybetmişti?
Niçin? Ne için? Ne amaçla, yani?

Sormadım. Sorsaydım, hayat daha güzel olurdu. Bu daha farklı bir hikaye olurdu. 3 aydır görmediğim arkadaşıma anlatırken dört tanesi bir adam gibi hikaye etmeyen ve belki de bu yüzden bizi acınacak halime kahkahalarla güldüren hikayelerin en azından biri, güldürürken düşündürmeyen bir hikaye olmuş olurdu.

Ama sormadım ki. "Niçin?" demedim hiç.
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!