Geçenlerde uyandım, ben normalde koltukta yatarım ya, hatta yüzyıl öncesine ait bir yılbaşı gecesinin "içeride yatak var / yatıcan mı / çak o zaman!" geyikleri hala dönmektedir ya benim hep koltukta uyuyakalışım üstüne... Hah işte, yatakta uyanınca bi an anlamadım nerede olduğumu. Mal mal baktım etrafa. Sonra Erinç geldi, yanıma uzandı. Ben Erinç'e sarıldım, çünkü Erinç'e hep sarılınır, öyledir o. Aslında kalkacaktık. Kalkamadık, kalkmak işe gitmek, eve gitmek, spora gitmek; kısacası bir şey yapmak zorunda hissetmek demekti. Uyuduk biraz daha.
Yağmur yağıyordu. Şarıl şarıl yağmur yağıyordu, kafam karıştı. Mal mal baktık Erinç'le birbirimize. Oysa ki ne güzeldi önceki gece. Ne koşturmuş, nasıl da üniversitedeki gibi hissetmiştim kendimi. Ne güzel çıldırmıştık oturduğumuz yerde "çıldırmıycam" diye diye. Sonra ne güzel içmiştik kahvelerimizi, limonatalarımızı benim hep yabancısı olduğum karşı tarafta, Moda'da, hep vaktinden erken kapanan bir kahve zincirinin bir halkasında. Benim üstümde ince bir hırka -ama yamalı değil- yine de o ye Sertab, o ye...
Ama şimdi yağmur yağıyordu, gördün mü bak.
Erinç işe gitti. Ben ne yapacağımı bilemedim bir süre, salonda oturup telefona baktım. Telefona bağımlı olduğumu sananlar bilmeli ki, ben telefona bazen sadece boş boş bakıyorum. Tabi bir şey olmuyor. Neyse. İnsanlar tatilde çalışıyordu. İnsanlar tatilde çalıştıkları için geceyarısı uyuyakalıyor, sabah en mahmur, en tatlı zamanlarında benimle muhabbet edemiyorlardı. Ne yapıyorduk ki biz? Kızdım.
Salonu toplamaya giriştim sonra. Pizza kutuları. Pide kutuları. Limonlar. Kola şişeleri. Kartvizitler. Ben çok düzenli biri olmadım hiç, ama dağınıklıkta da oturamam. Küflenmiş salataların olduğu bir salonun ortasında hiçbir şey ters gitmiyormuş gibi yazı yazamam örneğin. Tahammül edebildiğim tek dağınıklık, kalem ve kağıtla ilgili olandır, o kadar.
Ben dağınıklıkta oturamam, bazı adamların kalbi çok dağınık. Çok dağıtmış hangi kadın geçtiyse oradan en son, ya da belki en son değil de, ondan sonra birçok kişiye yazık bile olmuş belki. Yine de sevilmiş o kadınlar, yine de hala seviliyormuş o kadınlar, ne yapmışlar bu kadar sevilmek için kötü olmaktan başka, o da muamma.
Ben çok iyi biri olmadım hiç, ama kötü de olamam. O yüzden ben bir kez "beni arayabilirsin aslında" dediğimde, bir daha zamanı geldiğinde (yılda iki kez gelen zamandan birinde) mutlaka aranmayacağımdır. Mesaj atılacaktır bana. Ayıp olmasın mesajı.
Kızdım daha çok. Hızımı alamayıp bulaşıkları bile yıkayacaktım... Yıkamadım ama. Ortalık toplamak istemiyorum belki ben, dedim. Ortalık toplayacak bir şey yapmadım ki ben? Bu kartvizitler bile benim değil. Bu kadar iyilik benim değil ya da benim kötülüğüm bu kadar işte: "Topla, öyle geleyim" demek. Ben kendi bardağımı mutfağa götürürüm çünkü.
Yapacak bir şey kalmayınca uyandırdım kalan tek arkadaşımı. Gidip menemen yedik 6,5 liraya, çay da bedava.
Öyle de bir güneş açtı ki biz dışarı çıktığımızda, aklınız şaşardı.
(22 Nisan 2012 Cumartesi, TIWIG)