27 Kasım, ilk erkek arkadaşımın doğumgünüydü. 30 yaş. Kız arkadaşı, oldukça kalabalık bir gruba mesaj atarak birkaç saniyelik bir video çekip göndermemizi rica etti, sevgilisine süpriz yapmak için. Önce uğraşmak gelmedi içimden, İngiltere'ye, Londra'ya kadar gitmişken,
onun buluşacağımız mekanın kapısından dönüşü geldi aklıma. Yorgun hissettim kendimi. Diğer arkadaşları düşünsün ya bana ne, dedim. Nedir yani, çok mu önemliydi o videodaki varlığım? Çok mu umursayacaktı sanki?
Sonra kıyamadım. Çok seviyorum hala onu, 7 yıllık sınıf arkadaşım, ilk erkek arkadaşım, hala hatırladığım o kaçamak ilk öpücüğüm. Uğruna belki en çok ağladığım kişi... Ben de kutladım doğumgününü. Afrika'dan selam yolladım. Benim için ne kadar özel olduğunu umarım biliyorsundur, dedim bir de. Yolladım kız arkadaşına.
Doğumgününden bir süre sonra bana bir mesaj attı. Daha o sabah başka biriyle yaptığım ne idüğü(müz) belirsiz bir konuşmanın samimiyetsizliğini üstümden atmamıştım mesajını okuduğumda. Çok mutlu olduğunu söylemiş, çok da şaşırdığını; inandım ikisine de. İyi olduk, kötü olduk ama sahte olmadık ki biz hiç? Yakında görüşmek üzere sözleştik. Kız arkadaşıyla da en kısa zamanda tanışmayı umduğumu söyledim (Bu sabah itibariyle dileğimi değiştiriyorum: Nişanlısıyla en kısa zamanda tanışmak istiyorum artık). Seni çok farklı seviyorum dedim. Yanlış anlaşılmaktan hiç korkmadan söylemek bunu, büyük nimet.
Sonuçta, yaptığım şey karşımdakini de beni de çok mutlu etti. Her zaman bu kadar mutlu olmuyorum başkaları için bir şey yaptığımda. Hayatının büyük bölümünü telefonun başında çaresiz bekleyerek geçirmiş biri değilim ama, Gana'daki son serbest gecemde birini son kez göreceğimi düşünerek plan yapmadım mesela. Sonra da biraz pişman oldum. Neden hep ben bekliyordum, benim olayım da bu muydu? Neden birileri bir şey istediğinde illa yapmak, bulmak, almak için uğraşıyordum?
Bu insanlara değer verdiğim için tabi. Aslında soru şöyle sorulmalı: Karşılığında aynı değeri görmediğim halde neden çabalıyorum?
Büyüklük bende kalsın, ben yanlış bir şey yapmamış olayımcılık bu çoğu kez. Tüm mesailerimin, zaten şirketten ayrılacak olmama rağmen gönüllü işimde bile son güne kadar, performansımın son zerresine kadar, uykusuzluktan neredeyse bayılana kadar çalışmamın sebebi de bu. Bir şey benim yüzümden olmayacak korkusuyla kendi konforumu ve bazen de isteklerimi hiçe saymak; kimsenin konuşmadığı sessizliklerde kendimi sorumlu hissedip ağzımı açmak, kimsenin gönüllü olmadığı yerlerde el kaldırmak (Afrika buna dahil değil, yanlış anlaşılmasın. O çok istediğim bir şeydi.). Sanki kimsenin yapmak istemediği bir işin saplanabileceği en iyi kişi benmişimcesine -ki muhtemelen öyleyim, ama bunlara her zaman değer mi?-.
(Rahmetli babaannem ben küçükken "bu kızın her şeyi bana benzesin de, bir tek pırasa gibi saçları benzemesin diyordum, bir tek o benzedi" derdi. Oysa bir tek o benzememiş. İnsanları memnun etmek için gereksizcesine bir çaba gösterme huyum da benzemiş ona.)
Ama bazen değiyor ya, o anlar pek çok hayalkırıklığına bedel. Ve ben de böyle bir insanım. Bu yaştan sonra bunu değiştirmeye çalışmak yerine kabullenmek; karşılığını alamadıklarıma üzülmek yerine aldıklarımı daha büyük bir coşkuyla karşılamak daha doğru belki.
23 Aralık 2015
Akra - Gana
Görsel.