Bir gün gelip bu kızgınlığımın geçeceğini, ama bunun işlerin yoluna girdiği anlamına gelmeyeceğini de biliyordum. Ona da söylemişimdir bunu hatta. Söylemiş, hatta bu durumu kapanacak bir kapıya benzetmiş olmalıyım; çünkü bana şöyle bir yanıt verdiğini hatırlıyorum: "Omuz atar kırarım o kapıyı, girerim içeri."
Bir bakışın bile her şeyi anlatmaya yettiğini ve çalan şarkıların bir anlama geldiğini düşünen bir insan için, böyle büyük laflara inanmak, onlara dayanarak ayakta kalmak o kadar kolay ki. Yok olan, hem de ben bitiyorum diye bağıra çağıra yok olan bir dostluğu canlı tutmaya çabalamak... Nafile, ama kolay.
Neredeyse üç ay oldu, hiç konuşmadık. Hiç. Vedama gelmedi. Gelmesi ya da gelmemesi artık çok önemli olduğundan değil de, ertesi hafta gideceğimi bildiği halde gelmedi; sırf o haftasonunu ülkede geçirecek olan arkadaşımız ve tüm arkadaşları, arkadaşlarının sevgilileri de dahil herkes, herkes orada olduğu halde gelmedi. "Niye yok lan bu adam?" dendi (ben demedim), telefon edildi kendisine (ben etmedim), "ben onu zaten hep görüyorum" dedi gelmeyişinin açıklaması olarak (bunu bana söylemediler, kendim duydum). Biliyorum, ilgilendiği hiçbir şey yoktu orada. Birine sevgi göstermesi için arkasına saklanması gereken hiçbir şeyi vaat etmiyordu veda organizasyonum. Ama yine de bu denli bir açıksözlülük beklemiyordum.
Ülkedeki son haftam ışık hızıyla, üstelik bir mesai ve bir İzmir ziyaretini de içine katarak geçip gitti, son aile ziyareti, son şu, son bu, sonra da ben gittim. Bu arada bir kez aradı, ben İzmir'deyken. "İzmir'deyim" dedim. Bir kez de mesaj attı, saatler sonra gördüğüm, tek kelimelik bir şey.
Tık,
Tık.
Kapıyı çaldı. Hemen cevap vermedim, endişelenmedi. Kapıyı kırmak şöyle dursun, zile bile basmadı. Arkasını döndü, gitti. Bir daha hiç konuşmadık, üç ay oldu neredeyse. Bundan sonra da özellikle konuşacağımızı sanmıyorum. Orada burada karşılaşınca kibar kibar naber'leşiriz. O bana Afrika maceralarımı sorar, ben ona altı ayı üç cümlede özetlerim, o kadarı da ona yeter. Muhtemelen kalabalıklarda karşılaşmışızdır zaten, kalabalıklar arasında kaynar gideriz.
Aradan bunca zaman geçtikten sonra o telefonu açmanın daha zor olduğuna (aramamasının nedeninin bu olduğuna) inanmak isteyen minicik bir parçam varsa da hala, bir şeyleri ayakta tutmaya yetmiyor. Bittiyse bitmiştir, dostluklar biter. O yazıları yazarken ölmediysem, şimdi hiç ölmem.
Ama gülmüyorum bu duruma, çünkü yazık. "Knock knock joke"lar komik olmuyor gerçekten de.
15 Eylül 2015
Kumasi, Gana
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder