Çal:
https://open.spotify.com/track/5dGWwnkTaiQGqZBtcBnmCc
Dışarı, hava hala aydınlık ve benim kafam güzelken çıkmanın iyi yanları da var. Una Noche en Napoles dinleyerek çıktım kapıdan. Tamamen planlı bir şey değildi ama tamamen tesadüf de değildi; ilk birkaç şarkıyı bilerek atlamıştım.
Bazen böyle Santana'dır, Caro Emerald'dır, Guadalupe Pineda'dır, o havalarda oluyorum. Bir yerlere yolculuk ediyorum; gözümü kapadığımda oradayım işte, bir tabloya bakar gibi değil, sanal gerçeklik gibi içindeyim. Yukarıdan aşağıya, soldan sağa, çengel bulmaca. Etrafıma bakıyorum, bavullar, mutfak, kitaplık, masa, balkon, deniz, koltuk, minder, deniz, koltuk, deniz, şömine, bavullar. Avize var mıydı, yok muydu hatırlamıyorum ama olmamasını seçiyorum ve olmuyor; orada avize yoktu ki zaten?
Pastel rengi, uzunca bir çan eteğin üstüne ince bir bluz giymişim, saçlarımı toplamakla toplamamak arasında kararsız kalıp sonunda açık bırakmaya karar vermişim, salonundan, balkonundan, her yerinden deniz görünen, kapısı hep açık bir dairenin mutfağında, yalınayak, müzikle birlikte hareket ederek kahvaltı hazırlıyorum. Herkes bir yerlerde, uyukluyor filan. Ekmek kızartıyorum pam pam pam. Domates doğruyorum fım fım fım.
Saat kaç umurumda değil. Hangi gün, umurumda değil. İstanbul'da ne olmuş, umurumda değil. Saçımı biraz kestirsem mi? Uçları çok uzadı. Ufacık bir hayat lazımmış bana, bir ara fazla abartmışım. Biraz daha yemek pişirmem lazım, hep bulaşık hep bulaşık olmaz. Şarkı değişmesin, geri alayım. Peynir de çıkarmak lazım. Salatalık kalmış mıydı ya? Dans etmeyi özledim. Keşke dans etsek. Burada, mutfak ortasında. Hep çok minik şeyler lazım oldu bana.
"Ben de çay demleyeyim."
Çok minik şeyler.