Bunu niye anlatıyorum; çünkü dünkü bölümde Ezel/Ömer'in babasının, oğlunun hayalini görüşü, onunla konuşması, hırkasını çıkarıp üstüne giydirmesi, ağlaması çok gerçek geldi bana.
Dizi gerçekliğinde ölüm ancak bu kadar anlatılabilir. Birini, ölümünü kaldıramayacak kadar sevmek, birinin geri dönmeyecek olması... Ancak çocuğunu mu böyle sever insan? Allah evlat acısı vermesin, dedim kendi kendime. Çocuğum olmadığını sonra hatırladım.
"Seni o kadar çok seviyorum ki, kiminle mutlu olacaksan onunla ol"a ben inanmam. Bir insanın bencillikten bu kadar arınmış olması olasılıksız gelir bana. Ama şuna inanırım: "Bir daha görüşmemek üzere küs de olsam, sen yaşa." Ölüm, başka bir şey. Gerçek. Kızacak biri kalmıyor geride, o adam artık yaşamıyor, dünyada yok yani öyle biri, inanılmaz değil mi?
Çok sevmiş olduğum kimse benden önce ölmesin istiyorum.
Dizi gerçekliğinden, hayat gerçekliğine döndüm sonra, dün öğle saatlerine... Hasta dosyası, buzdolabı, ilaç, havalimanı, taksi diye düşünerek çıktım Çukurova Hastanesi'nden; elimde telefon, yine hayati bir meselem vardı kesin. Kapının önünde hüngür hüngür ağlayan bir kadın ve yanında sigara içerek volta atan bir adam vardı. Kilitlendim, bir an konuşamadım. Yaptığım işin acaba, uzun vadede de olsa, birilerinin ağlamasını engelleyip engellemeyeceğini düşündüm. Bilemedim.
Çok sevmiş olduğum kimse benden önce ölmesin istiyorum.
Dizi gerçekliğinden, hayat gerçekliğine döndüm sonra, dün öğle saatlerine... Hasta dosyası, buzdolabı, ilaç, havalimanı, taksi diye düşünerek çıktım Çukurova Hastanesi'nden; elimde telefon, yine hayati bir meselem vardı kesin. Kapının önünde hüngür hüngür ağlayan bir kadın ve yanında sigara içerek volta atan bir adam vardı. Kilitlendim, bir an konuşamadım. Yaptığım işin acaba, uzun vadede de olsa, birilerinin ağlamasını engelleyip engellemeyeceğini düşündüm. Bilemedim.
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder