... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

Makongo

Bu hafta sahadaydım. Pazar gecesi çıktığımız yolda, 5 gün içinde 4 farklı yerde geceleyerek ve gece gündüz çalışarak kendimi iyice yordum. Öyle ki, döneli 1 gün oldu ve ben sanırım bunun 15 saatini uyuyarak geçirdim. 


Yolculuğun büyük bölümü gerçekten yolda geçti, bir cipin içinde, neredeyse patika denebilecek bozuk yollarda hoplaya zıplaya... Gana'ya geldiğimden beri ilişkimizin birkaç basamak birden atladığı Kindle'ım, en azından hava kararana kadar bana eşlik etti. Portakal Kız'a yolda başladım, yolda bitirdim. Bi gülümseme yerleştirdi yüzüme. Sonra da aşağıdakileri karaladım, ileride lazım olur...

///


Tamale'de dünkü toplantıdan sonra, engebeli yolların elverdiği en yüksek hızla, mis gibi bir günbatımında Makongo'ya ulaştık. Amacımız, uçlarından turnike yapılarak göle dönüştürülmesine rağmen herkesin hala nehir diye andığı Volta gölünü geçecek "platoon" denen feribota binerek önce Pru, oradan da Sene bölgesine doğru ilerlemekti. 



Hikayenin gerektirdiği üzere feribotu kaçırdık, ve bu, "o zaman köprüden geçeriz Harem'e" ya da "körfezi dolaşıveririz canım" diye halledebileceğimiz bir durum değildi. Gölü geçememek, gölü geçtiğimizde bağlanacağımız yola karadan ulaşmak için 3,5 saat uzaklıktaki Tamale'ye geri dönmek, daha uzun bir yolu tekrar karadan gitmek, dolayısıyla neredeyse 8 saat kaybetmek demekti. O da, sürücümüzün uyuma payını hesaba katmazsak... Gölü geçmekte diretmek ise, ertesi sabah 9.30'da kalkacağı söylenen (çünkü Gana'da böyle şeyler ancak bir iddiadır), feribota binmek üzere bir gece kaybetmek demekti.


Nehir kenarında, iş arkadaşlarım oranın yerlileriyle konuşup ne yapacağımızı kararlaştırmaya çalışırken ben gülmeye başladım. En son Eylül ayındaki gezimizde böyle olmuştu; kestirme yolu kullanmak için bizi telefonların ve dolayısıyla harita uygulamalarının çekmediği orman yollarına sokan (ve aslında o bozuk yollarda saatte 30 km ile giderken, ana yolda olacağından çok daha fazla zaman kaybeden) şöför sayesinde aç karnına bir miktar daha sallanırken gülmeye başlamıştım böyle. Sinir bozan ve hatta çaresiz diye adlandırılabilecek durumlara karşı gülme refleksi geliştirdim farkında olmadan. Fotoğraf falan çektim. Güzel oldu fotoğraflar.


Yakında, bitişiğinde çalışanlarının kalacağı ufak bir ev de olan bir klinik vardı, oraya gittik bizi misafir edip edemeyeceklerini sormak için. Benim dışımda herkes Ganalıydı ama bu, herkesin tanrı misafiri kabul edeceğini garantilemiyordu elbette. Hele de ortada, güvende tutulması gereken ilaçlar da varsa, sorumlu hemşirenin "ah benim kör merhametim yok mu, nasıl aldım seni o depodan içeri" trajedisinden kaçınmak istemesi çok doğaldı. Onlar ne yapacaklarını tartışadursunlar, bizimkiler de en yakın yerleşim alanına geri dönüp bir misafir evi bulma seçeneğini daha mantıklı bulmaya başladı. Böylece sabah kalkıp, erkenden iskeleye (iskele dedimse, gölün kenarındaki herhangi bir alçak seviyeli alan) gelebilir ve 9.30 feribotunu yakalayabilirdik. Bu esnada ben yıldızlara bakıyordum. Mole Doğal Parkı ve Cape Coast sahiliyle beraber, Afrika'ya geldiğimden beri gördüğüm en yoğun yıldızlara. Bellatrix'i buldum, bakıştık. Mutlu oldum.

Sonra hemşireye tuvaleti sordum, o da bana soruyla karşılık verdi (bunu, anlamını kaybetmemesi için Türkçeye çevirmiyorum):

_ Do you need a place for a wee-wee or is it the nature's call?

Güldüm. Dedim "kardeş biz ona number 2 diyoruz turist olarak gittiğimiz yabancı ülkeler ve repliklerini ezberlediğimiz yabancı dizilerde" dedim. Dışımdan sadece "we call it number two" dedim. Hemşire de güldü. Sonra bir kapıyı açtı ve bana, içinde bir gider dahil hiçbir delik bulunmayan bir odacık gösterdi. "Buraya mı?" dedim, "Buraya" dedi herhangi bir yeri işaret ederek, "you can squat here". Ulan squat kim, ben kim; gören de spora başladım zannedecek... Neyse, böylece, 19 Kasım 2015 Dünya Tuvalet Günü'nde alaturka tuvaletin dahi ne büyük bir nimet sayılabileceğini düşünerek, paçamdaki ıslaklığı görmezden gelmeye çalıştım.





Sonuç olarak, yaklaşık 30-40 dakikalık mesafedeki Salaga adlı yere (köy? kasaba? bucak?) geri dönüp kendimize kalacak bir yer bulduk. Yemek bulamadık ama; bir adet karpuz bastırdı açlığımızı. Misler gibi uyuduk, ertesi gün aynı iskeleyi sabahın erken saatlerinde görmek üzere... Sonrası da, harmattanın kuru rüzgarları ve yeni keşfettiğim şarkılar eşliğinde bir feribot yolculuğu ve sahadaki son gün, remember remember the twentieth of November. Yolda pazar görünce satın alınıveren yavru keçiler ve onlara çok benzeyen dev yerelmaları. Dev yerelmaları ve dev yapraklar. 




Devler ülkesindeyim adeta. Dev yorgunluklar ve plansızlıklar ve de dev gökyüzleri ve ormanlar ülkesinde.


20 Kasım 2015
Kuzey Bölgesi, Gana

Fotoğrafların gerisi için: https://instagram.com/bellatrixbegins/

2 yazmadan duramayan var!:

nasıl yaa öylece yere mi yapıyorlar tuvaletlerini :0

 
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!