Saat 16:48
Oturup tüm Aralık'ların son yazılarını ve Ocak'ların ilk yazılarını okudum, 2009'da blogu açtığımdan bu yana buraya karaladığım.
(Günlüklerimi de hala saklarım ben. Bazılarını okuyorum etrafı düzenlerken filan elime geçtikçe. Bazılarınınsa kapaklarını dahi açmıyorum. Üniversite biterken yazılan yıllık yazılarıma da hiç, ama hiç bakmadım mezun olduğumdan beri. Benim için çok önemli olanları, içimde kocaman bir ışık veya kocaman bir boşluk bırakanları zaten biliyorum ezbere.)
Çok mutlu olduğum zamanlar varmış evet ama en önemlisi, mutluluğun nasıl bir şey olduğunu hatırladığım ve ona ulaşmaya çalışıp zaman zaman ulaşamadığım için mutsuz olduğum zamanlar varmış. Şu an kıvrıldığım koltuk köşesinde bunları yazarken veya az önce uzandığım başka bir koltuğun üzerindeki, nereden geldiği belli olmayan ufak beyaz tüy topağına dikkatle bakarken hatırlamıyorum, hatırlamıyordum bunu. Başka birçok şeyi hatırlamadığım gibi.
İnsan yeterince unuttuğu her şeyden kuşku duyuyor sonradan. Belki bu yüzden yazmak lazımdır. Ben mesela, hiç yazmamış olsaydım 2004 Mayıs'ında, ICAMES 2004'ün civcivli zamanlarından birinde, önceki gece muhtemelen -yine- hayvan gibi içmiş ve birkaç saat kulüpteki rahatsız ve gereğinden sıcak deri koltukta veya kara masanın üzerinde uyuklamış ama yine de sabah 8.30'daki ders için Hisarüstü'nden Taksim'e teşrif etmiş halimle Fransız Kültür'ün tuvaletinde kendime gelmeye çalışırken, yüzüme su çarpıp aynaya baktığımda inanılmaz, ama inanılmaz mutlu hissettiğimi, acaba geçenlerde bana "En son ne zaman mutlu oldun?" diyen insana "2004'te" diyebilir miydim? Aklıma gelen ilk cevap bu olabilir miydi?
(Elbette daha sonra da mutlu hissettim kendimi ama bunlar o anki kadar pürüzsüz, lekesiz, başdöndürücü değildi.)
Fotoğrafları çekiyorum çünkü onları gördüm, oralara gittim, o şeyler bana bir şey hissettirdi/düşündürdü. Anları yazıyorum çünkü bir şeyleri hiç geri gelmeyeceklermiş... yok yok, bir daha hiç olmayacaklarmışçasına unuttuğumda elimde en azından bir kanıt olsun istiyorum. "Ben mutlu olmuştum." Mutluluk nasıl bir şeydi? Bilmem, ama mutluydum. Aşk nasıl bir şeydi? Bilmem, ama aşıktım. Sorarsanız verecek bir cevabım var. Yazıyorum çünkü.
Saat 17:06
Özenle ve teker teker hayır dediğim tüm yılbaşı davetleri havanın kararmasını bekliyor olmalı. Çünkü bugün erkenden buluşulmaz. Bugün hazırlık yapılır. Bugün kırmızı don giyilir ve bu don mutlaka bize şans getirir. Bugün kuaförler fazla mesai yapar, trafik olur, taksi olmaz ve geç kalınır. Bugün birinin bir yere geç kalması çok kritiktir. Bugün birinin bir yere geç kalmasını kendinden başka kimse umursamaz. Bugün çok eğlenilir. Bugün acayip içilir. Bugünün gecesinin sabahında çok geç kalkılır.
Bu gün, 14 Şubat'tan daha elim ve daha vahim bir klişedir.
Elbette davetlere hayır dememin bir klişeyi beslememek gibi asil bir amacı yok. Yılbaşlarını severim, omuzlarına yılın yükünü yüklemekten genelde kaçınsam da. Yılbaşı ağacı filan; bu yıl süslemek aklıma gelmese ve süslendikten sonra da bir kere bile ışıklarını yakmamış olsam da, güzeldir. 14 Şubat'ları da severim zaten ben. Kalpler, balonlar, balonlu kalpler falan. Güzeldir. Kırmızıdır. Kırmızıyı severim. Tüm bunlar bana şu an bir şey ifade etmiyor sadece. Her yıl bu güne yüklediğim anlam ya da her neyse, azalıyor. Bu azalmanın, günün umurunda olduğunu pek sanmıyorum. İhmal edilebilirdir kazancı, bunca insan arasında... Ziyaret ettiğim kiliselerde mum yakarken, doğum günü pastamın mumunu üflerken, Kadir Gecesi'nde -eğer içimden gelirse- dua ederken veya tekneyle köprünün altından geçerken artık tutmadığım dileklerin de gerçekleşmesini gönülden dilediğimiz diğer dilekler üzerinde herhangi bir rahatlama yarattığından şüpheliyim zaten. (Herkes bugün tüm sevdiklerinin tüm sevdikleriyle beraber olmasını ve kendileri başta olmak üzere tüm sevdiklerinin diledikleri her şeyin olmasını istiyor... Bruce Almighty'yi izlemiş miydiniz? Tamam.)
Dolayısıyla bir yeni yıl dileğim veya yeni yılda mutlaka yapacağım dediğim bir şey, bir "resolution" yok. Bu yazı hariç, bugüne dair yaptığım bir şey de yok. Böyle olmasını, tüm davetlere özenle ve teker teker hayır diyerek, ben sağladım, ben, Yaşar Usta! (Bu espriyi kendimden çok sizin için yaptım. Ölmeyin diye.) Yeni olan bir şey yok bu yılda. Kutlanacak bir şey yok. Gülecek yeni bir neden / Yine gülecek bir neden yok. Kadeh kaldırmayı, konuşma yapmayı, hatta diyeti bozup içki içmeyi bile gerektiren bir neden, bir kişi, bir nefes, hiçbir şey yok. Bana kalırsa 2011 daha yeni bitiyor zaten. Sonraki yılların hesabına henüz geçemedim.
(Ben size yine de İYİ YILLAAAAR ^___^ dileyeceğim bana saat tam 12'de mesaj atacak olan arkadaşlar, merak etmeyiniz.)
Saat 17:34
Velhasıl...
Yılı böyle kapatmış olmanın bir önemi yok çünkü dedim ya, bu yazı dışında yılbaşının veya yıl sonunun veya bu günün bir önemi yok. Evde yalnız oturduğum herhangi bir gün. Az sonra kuru fasülye ve pilavımı yiyecek, portakalımı sıkacak ve bir film seyredeceğim. Belki önce biraz kitap okurum. Hem yarın da tatil. Vallahi mis gibi.
Dedim ya, severim aslında yılbaşını. Biliyorum sevdiğimi.
Yazmışım çünkü.
(31 Aralık 2013, İstanbul)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce