... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

yazanlat döngüsü


zaten ben her şeyi kendim için yapıyormuşum,

("o iç çamaşırlarını benim için mi aldın sanki? sonuçta kendin için aldın." diyen adam vardı ya)

al işte bak,
yazdıklarım da sadece benim işime yarayacak.
kimseye bir şey yaptıramıyorsam, inandıramıyorsam, hissettiremiyorsam bile, ben kendim için yazmış, kendimi böyle anlamış olacağım.

psikoloğa dedim geçenlerde:
"ben yazdıklarımı anlatıyor, anlattıklarımı da yazıyor gibiyim ve o kadar" diye.
doğruydu ve bunun ötesine geçmek için zamana ihtiyacımız vardı belki -daha çok yeniydik, hala sizli bizliydik-
ama bu benim için hep böyleydi zaten:
ben ya konuşurken, ya yazarken anladım kendimi hep.


sadece benim. işe yaramaz. sadece kendim için.
yine de kitabımı kendime ithaf etmek büyük kibirlilik olurdu.

19.09.2011

Ben olsam, beni ekmiş ve bunun için henüz bir sebep göstermemiş bir adama oturup uzun uzun "sen gelmediğinde böyle oldu, şöyle oldu" der miydim, onu hala sıkmadığımı düşünerek (ki genelde karşımdakini sıktığımı düşünüyorum / artık / eskiden düşünmezdim ama artık böyle düşünüyorum / kim olursa olsun sıktığımı / evet) kendimi aptal gibi hissettim ben, der miydim, hala ona dürüst davranmak zorunda hisseder miydim, bilmiyorum. Muhtemelen Jülide Özçelik'ten Bugün Neden Gelmedin? linkini paylaşırdım Twitter'dan. İçimden söylediğim şarkı o olurdu.


Sanırım o, o kadar dürüst davranmalar sadece filmlerde oluyor. Yerli dizilerde de tam tersi olup, herkes içine kapanır ve bölümleeeer bölümler boyunca hiç konuşmazken mesela! Biz yerli dizileri izlerken hep bir karaktere kızarız, sen karşındakini tanımıyor musun canım, deriz, o öyle şey yapar mı, nasıl inanıyorsun, falan filan. E inanacak tabi ki, o gerçek hayatını yaşıyor dizide. İnsanoğlunun ne nalet, ne çingen olduğunu biliyor ve ona göre davranıyor; her şeye dışarıdan bakan dizi tanrısı "sen"in gözünden bakmıyor bu kolpa gerçek hayatına.

Bazı filmlerde (özellikle romantik komedilerde), kişi karşısındaki insandan ve onun iyi niyetinden, en az bizim gerçek hayatta olmasını umduğumuz kadar emin olabiliyor. Ben böyle biriyim mesela, benim iki saat ilgi gösterdiğim insanlar ve iki haftalık ilişkilerim yok. Soyadlarınızı biliyorum. Söylediğinizin doğru, söylediğinizin gerçek olduğunu varsayıyorum hep. Gerizekalı bir dürüstlük veya şeker veren amcanın peşinden giden saflık değil bu; hiç öyle olmadım. Ama azıcık da olsa tanıdığımı sandığım insanlara inanıyorum. Sanki uzun yıllardır arkadaşımlarmışçasına inanıyor ve onlara bir borcum varmış gibi hissediyorum. Mesaj attıklarında cevap vermek, bunun en basit örneği.

Ama bu yaptıklarınızın her zaman karşılığı yok. İşte o yüzden de, ilgiden ya da safi kibarlıktan, artık her neden ise, karşılık aldığınız insanlar daha değerli oluyorlar.

Benim bugün itibariyle tam bir yıldır bir mektup arkadaşım var. O benim için tanıdığım, bir kez gördüğüm, sokakta yanından geçip oralı olmadığım veya orada burada yazıştığım birçok insandan daha değerli. Sadece artık kimsenin gözetmediği bir şekilde normal olmaya devam ettiği için daha değerli.

Aslında ben sadece şunu söyleyecektim ki uzadıkça uzadı: Kathleen Kelly, karşısındaki adamın yazdığı şeyden etkileneceğini düşünecek kadar saf bir karakter ve Kathleen Kelly gerçek hayatta kimseyi etkileyemezdi (Meg Ryan'lığını bir kenara koyuyorum elbette).

Kathleen Kelly olsam ben, gerçek hayatta beni ekmiş ve bunun için henüz bir sebep göstermemiş bir adama oturup "all this nothing has meant more to me than so many somethings" demezdim. Bu cümleyle gözünün parlamasını, fikrini değiştirmesini, bir daha beni ekmemesini veya benimle en azından tanışmak istemesini beklemezdim. Artık demezdim bunu. Artık bunların, bu hallerin, bir anlam ifade etmediğini biliyorum. metus'un söylediği şeyi defalarca tekrarlayarak öğrenecek ve hatta bir adım ileri götürecek fırsatım oldu geçen süre içinde: Hayır, bir insanı yazarak kendime aşık etmek şöyle dursun, onu çay içmeye bile ikna etmem mümkün değil.

Buraya oturup ona, onun için, onu düşünerek ya da onun fark etmeden verdiği ilhamla yazdığım şeyleri listelemeyeceğim. Buna gerek yok. Artık hiçbir şeye gerek yok, tanışmamıza bile ve ikimiz de bunu istemiyoruz bence.

Birinci yılımız kutlu olsun ve nice yıllara: )
 








haklı ama işe yaramaz gurur parçacığı


Bugün, pek adetim olmayan bir şey yaptım: Feysbuka girip, bir adamın fotoğraflarına baktım. Aslında ben bir tanesine tıkladım, başka albümler çıktı falan filan ama neyse ne, sonuçta kendimi durdurmadım. Adamın iki (sadece iki) fotoğrafında elinin (sadece elinin) duruşuna bakarak gidip bir kadına vardım. Ne kadınlar gördüm herkesin yırtık kotla, ütüsüz tişörtlerle gezdiği yerde topuklu ayakkabıyla geziyorlardı ve böylece dikkat çekiyorlardı, ne kadınlar gördüm sarışınlardı, ne kadınlar gördüm hep falanlardı filanlardı. Ben bu kadının feysbuktaki süslü püslü şeker kız fotoğraflarının, adam tarafından beğenilmiş olacağını biliyordum. Haksız da çıkmadım.

Sonuç: Üzerinde hiçbir hakkım olmayan adamdan (insan hakkını kendisi yaratır geyiğine girmeden), hakkında hiçbir şey bilmediğim bir kadına ulaştım. İlişkilerinin boyutu hakkında hiçbir fikrim yok. Adamın tarzını az çok bildiğimden, girip profil tarumar etmesinin ne demek olduğu konusunda bir fikrim var. Bunun elle tutulur hiçbir anlama gelmeyebileceği veya geldiği anlamı uzun süre götürmeyeceği ile ilgili de bir teorim var (buna belki başka bir yazıda, yine bu adamdan bahsederken gelebiliriz). Bir de, elimde haklı ama işe yaramaz bir gurur parçacığı var: Ben bir kadın olarak içgüdülerimde ekseriyetle haklı çıkıyorum.

Erkeklerin anlamadığı ve belki de sadece bariz olana odaklandıkları için hiçbir zaman anlayamayacakları bir şey bu: Beden dili konusunda kitaplar hatmetmemiş bir kadın bile, onların ufacık bir hareketinden, bir saniyeliğine birine bakmalarından veya duruşlarından, neye veya kime meylettiklerini anlayabilir. Bundan uzun süreli sonuçlar çıkarmak doğru, adamı bir şeyle suçlamak mantıklı olmayabilir, bunu unutmamak gerekir. Sadece orada bir his, bir çekim vardır ve işte bunun üstüne gidip gitmemek tamamen kadına (ve erkek tarafından paranoyak addedilmeyi ne kadar istediğine) kalmıştır.

Sevgili dilcund, "her paranoyak kadının arkasında onu aldatmaya meyletmiş bir adam vardır." der. Tersi doğru olmayan bir önermedir bu: Arkasında onu aldatmaya meyletmiş bir adam olmayan pek çok kadın da aynı paranoyaya sahip olabilir. Kaldı ki, ben bu sezgi, içgüdü veya NiveusP'nin deyimiyle "içdürtü" halini paranoya olarak tanımlamıyorum. Elle tutulmadan sezilebilen, gözle görülmeden anlaşılabilen, olsa olsa soyut diyebileceğimiz bir olguyu yok sayma çabası gibi buna paranoya demek. Ve bu sözcük lügata erkekler tarafından sokulmuş gibi. Bu yazdıklarımı önceden Twitter'da özet geçtiğimde bana sadece kadınların hak veya en azından yanıt vermesi de bunu gösteriyor. Kadınların birbirini anlayışı da erkekler için bir şey ifade etmiyor. Bu, onlara o kadar uzak bir konu ki...

Ekseriyetle hislerinde haklı çıkan biri olarak söyleyebilirim ki, bu haklı ama işe yaramaz gurur parçacığı bize üzüntüden başka bir şey getirmiyor. Acaba öyle mi, acaba böyle mi diye içimizin kemirildiği ile kalıyoruz. Bilmek istemediğimiz şeyleri bilir, görmek istemediklerimize tanık oluyoruz. Düşeceğimizi bile bile üstüne gidiyor, o açtığımız lanet gelesice feysbuk sayfasını kurcalamadan kapatamıyoruz.


"Ben bugün -yine- şuna kani oldum ki bir insanı görmek, görmemek filan değil sıkıntı: İki tarafın da feysbuk hesabı olduğu sürece o iş kaldığı sürüncemede lastik gibi uzuyor. Hay bin kunduz, elin gidiyor bir kere başharfine basıveriyorsun, işte karşında: Ne yapmış, ne etmiş, neyi ve malesef kimi beğenmiş, nereye gitmiş, neler çekmiş (fotoğraf babında), ne yazmış vesaire vesaire. Ona da bakayım, buna da, aman da ellerine sağlık, vay be ne yetenekler varmış sende, derkeeeen; "işte ben bu bakışı seviyorum" veya "yav ne komikmiş, yirim!" diye düşündüğün anda hooop başa döndün demektir, kitlenir kalırsın bilgisayar başında."

(Feysbuk a.q!, Nisan 2010 - demek ki her şey hep aynı)



Demem o ki, ortaya kuyu varsa ve yandan geçiyorsak, sevgili erkekler, size azıcık da olsa değer verdiğimiz içindir. Bizi anlamasanız da, sizi anladığımızı, fark ettiğimizi, daha kısa sürede daha iyi tanıdığımızı bilin, bu da yeter.



Çiçeği burnunda Boğaziçili'lerden ricamdır.

 "...Girişte malum yurt standı, güney meydanın en ortasında en büyük çadır onların. Sadece bununla kalmıyor ayrıca Saadet Partisi'nin, ayrıca bedava kuran dağıtan bir stand, ayrıca Boğaziçi Yöneticiler Vakfı (http://www.byv.org.tr/) altında bir stand ve ayrıca bir tane daha açmışlardı yan yana ve çinmlere halı atmış amcalar teyzeler taşra pikniği yapıyorlardı. bir de şuranın ilanları vardı orada burada,  http://www.hamilikokulu.org/hamilik_okulu_nedir.html"


Eskiden Etik Kulübü gibi isimler altında organize olmaya çalışıp, tüm yıl sadece Çağrı filmini göstermek ve Kutlu doğum haftasında oraya buraya afiş asmak gibi aktivitelerde bulunabilen birtakım yobazların geldiği yer: Önkayıtta, kulüplerle birlikte stand açan bir "milli görüş" partisi.

Yeni öğrenciler, bunların eskiden de böyle olduğunu sanmayın. Yakında, okulda Starbucks açıldığı için menemen isyanlarına girişen öğrencileri, cumhurbaşkanını yuhalayanları, BTS'yi sprey boyayla hunharca ve çıkmayacak şekilde boyayanları göreceksiniz. Onlara, neden sadece bazı şeylere karşı çıktıklarını ve bazılarına göz yumduklarını sorabilirsiniz. Onlara "KİMİN İÇİN ÖZGÜRLÜK, SADECE BELLİ BİR KISIM İÇİN Mİ?" diye de sorabilirsiniz. Aldığınız yanıtla tatmin olursanız, rica ediyorum bana da haber veriniz.


Fotoğraf: Zeynep Nil Suner
04 Eylül 2012, Boğaziçi Üniversitesi
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!