"If the person who killed 90+ people in Norway was a Muslim, the Press would have declared him as terrorist. For now though, he is just an 'Assailant ', 'Attacker' (Reuters), 'Gunman' (BBC, CNN & Al Jazeera).
Ne yaptığının ayırdına varana kadar krema kesilip topak topak, buz gibi kahve karışımının üstünde yüzmeye başlamıştır bile.
Keyfin kaçar. Henüz bu olayla seninle birlikte dalga geçecek insanlar yoktur çalıştığın yerde (çalıştığın yerde, bu olayla beraber dalga geçebildiğin insanlar olmasını umursamıyorsundur artık). Bozuntuya vermeden alır kupanı, çıkarsın mutfaktan.
(Mutsuzluk kahvesi, mutsuzluk üstüne içilen kahve de olabilir, mutsuzluk kakalayan kahve de; çünkü Türkçe böyle güzel bir dildir.)
Çok fazla etmek istediğim laf var. Çatır çatır yazıp "nolursa olsun lan" diye, sırf ofisten bloga giremediğim için yayınlayamadığım ve akşam olana kadar üç-beş kez daha düşünüp yine gözümün görmeyeceği bir yere kaydedip unuttuğum laflar... Unuttuğum mu? Yok yok.
Bugün eve geldim, soyunup dökündüm, yemek yedim, geçen günkü DVD alışveriş çılgınlığımızın ganimeti, yüzyıllardır izlemediğim Maverick'in kalan yarısını izledim, saate baktım, 18:40'tı saat. 18:40!
Bugün saatin henüz 7 bile olmayışının beni ne kadar mutlu ettiğini buradan anlayabilirsiniz. Hemen kalkıp giyindim o yüzden. Bir ödül olsa vereceğim, bir yıldızlı pekiyi olsa yakama takıp dolaştıracağım başarıda bir kombin yaptım az giyebildiğimkıyafetlerimden: Boğaziçi kombini (sağda)İşe başladığım ilk gün “ee, senin orta harf ne olacak?” dediler, düşündüm. İkinci bir adım olmayışına hep sevinmişimdir, ama bu kez işe yarardı bak. Ufukta ikinci bir soyad da olmadığına göre... “b olsun işte” dedi kuzen. Ya ne olacağıdı ya?
bellatrix’in b’si, cuk oturdu adresime. adımla soyadımın ortasında, benden içeri olan ben. En güzel yerinde duran içimin. Ben bazen kendimden çıkıyorum, bellatrix oluyorum, tek isteğim ofisteki bilgisayarın başından kalkıp evdeki bilgisayarın başına gitmek oluyor. Asosyal veya bağımlı, ya da chat delisi değilim (msn’e en son girdiğim zaman son BIO409 lab raporunu yazdığım zamandı) Sadece bilgisayarımın başına oturmak istiyorum. Sessizce, müzik bile çalmadan belki. Oturup şu aklımı dökmek istiyorum. Yapabilsem... Durdurabilsem kendimi, dünyayı bir anlığına...
“I turned silences and nights into words. What was unutterable, I wrote down.
I made the whirling world stand still.”
Arthur Rimbaud
... durdurabilirim diyorum sonra. Kendimi hem çok çaresiz, hem her şeye muktedir hissediyorum bu aralar, bazen sırayla, bazen ikisi birden. Halim olsun, yakıp yıkar, en güzelini yaparım yeniden gibi sanki. Yeniden yaparım ve masanın altından yaparım, kimse bilmez, görmez.
Tsumun çalıştığı ajansın sahibiyle tanışmıştım. Sağduyulu, mantıklı bir kadındı, her şeyi bırakıp stajyer gibi çalışamayacak olmama hak verdi ama gözü de beni tuttuğundan, bir yandan da Tsum hakkımda konuşup durduğundan olacak, tekrar görüşmeye çağırdı beni ve hemen, projelerinden ikisine dahil etti. Şurada ve eşlik eden feysbuk sayfasında okuduğunuz şeyler benden çıkmış olabilir, veya bir online otomobil dergisinin yeni sayısı tümüyle benden sorulabilir. Çok heyecanlıyım. Dostlarla gittiğimiz Hangover 2 çıkışında müzik dinleyerek eve yürürken elimi kolumu sallayarak yolda sekecek kadar, hazır ayakta olan elimle çalıştığım yeri selamlayacak kadar heyecanlıyım.
Artık kendimi ve istediğim başka şeyleri düşünebilecek zamanım daha çok. Son zamanlarda verdiğim en iyi karar, iş değiştirmekti.
Düşeş böyle olur.
(Aksesuarlar: Bahar'dan bana istifa hediyesi küpelerim)
Adamdan "güneyde boşlayıp ona buna salça olduğuna sıkça ratladığımız gri eşofmanlı, beyaz tişörtlü ve sarı timberland botları her şeyden değerli adam", ya da kısaca "timbırlend" diye bahsedeceğim. Evet, sanırım kısa isim daha uygun.
İlk defa bu kadar büyük bir düğün organizasyonunda bulunuyorum, artı, ilk defa bu kadar yakın bir arkadaşım evleniyor. Artık iyiden iyiye dostların ilk orbitallerinden geliyor davetler, yakında bir teklif bekliyorum ben de. Nikah şahidi olmak için yani, yanlış olmasın.

Lakin konumuz bu değil, başka tür bir üzüntü anlaşılmamaya dair.
***
Hani böyle görgüsü, bilgisi, aldığı eğitim, çalıştığı yer, takıldığı mekanlar veya pek sofistike zevkleri seninle aynı, ya da aynı seviyede olan, -ben aileyi değerlendirmem ama hadi o da olsun-, köklü bir aileden gelen, aristokrat, küçük burjuva, milletvekli yeğeni veya sanatçı çocuğu olan adam var ya... Hani beğenmiyor ya seni o adam; cahil, ukala, şişman, çirkin buluyor ya mesela ve her şeyi o biliyor ya...
İşte ben de o adamın, NuTeras’ta şişe açtırmasını değil, yaptığım espriyi anlamasını bekliyorum. Önceki gün konuştuğumuz bir şeye atıfta bulunduğumu anlamayıp, lafımın sonuna gülücük koymadığım için ciddi olduğumu sanıp belki, bana aynı “üf bu da salak mı ne” tavrıyla yanıt vermemesini bekliyorum. Bana gülmesini bekliyorum, çünkü ben istersem, komiğim. Ve bazen istiyorum.
Anlamasını bekliyorum, evet, çünkü anlamadığında rollerimiz tersine dönüyor, dünya başaşağı oluyor. Oysa ben beynime kan giden bu taraftan çok memnunum?
***
Sığ görünen tüm adamların bilerek böyle göründüğüne, altta başka, tırtıklamaya, tanımaya değer bir şey olduğuna inandım yıllarca. Artık şunu kabul etmek gerekiyor galiba: Bazı adamlar harbiden 'mal'.
abi çok fena bir şey oluyor ve ben anonimliğimi yitiriyorum. yani artık rahatça sövemeyebilirim ofise, götümle gülme efektleri yapamayabilirim evlenince işi bırakacak olan arkadaşlarıma, ne bileyim, dokunduramayabilirim aileme inceden... kendimi pezevenk gibi hissettiğim bir gece eve dönerken asansör duvarına yumruk atsam, bunu açıklayamam rahatça.seviyorum aslında tanıdıklarla yazdıklarımı konuşabilme hallerini ama... ama işte. ama biliyorum da işte, insanın her istediği aynı anda olmuyor.
kısıtlanmak...
bu hiç hoş değil.
kayıplara mı karışsam?
Hal ve tavrını beğendiğim insanlardan edindiğim izlenim şu: Önemli olan korkmak, korkmamak, bir filmin veya bir şarkının içinden bir yer bulup saçmasapan ağlamak veya hiç ağlamıyor olmak, gizemli olmak, sevmek, kıskanmak, deliye dönmek falan değil. Olay, tüm bunları benimsemiş olmakta. O zaman karizmatik dediğimiz şey oluyor insan, gerçekten "ben böyleyim"ci oluyor ama züppece, ya-sev-ya-terk et'çice değil. Ben hissediyorum, hissettiğimi de istediğim kişiye, istediğim şekilde söyleyebilirim. Ben korkuyorum bazen yalnız başıma eve girerken, bazen gece yatarken karanlıktan; bundan bahsederken illa "bu bana hiç yakışmıyor ama" diye başlamak bana farz değil. Ben üzülüyorum yitip giden dostluklarıma; ben "iyi orta gol getirir" iddiasındayken hakemin görmediği, ancak dışarıdan görecek kadar uzaklaşıldığında ofsayt olduğu anlaşılan tüm pozisyonlarıma üzülüyorum ve bunları anlatamayışım bana reva değil (yapabilmek / yapamamak sadece yetenek değil, aynı zamanda yetki meselesidir). Bir dostluğu, bir "eş"liği kaybedip bir arkadaşlıkla yetinmeye çalışmak benim harcım değil. Her vurduğum tuşta, gururla karışık bir pişmanlık hissetmek, benim kendi kendime ettiğim bir şey değil. Yoruluyorum uğraşırken, bu sefer ben yapmamış olayım, ufacık bir suçluluk duygum olsun veya saçma da olsa bir suçluluk yüklensin bana, bana "sen bunu yaptın da ondan, lanet karı!" densin, haklı olunsun ve ben düzeltmek için çabalayayım diye, ilgi isteyen çocuklar gibi yaramazlıklar yapıyorum, cıss, bana yazma dediler ama bak hala! yazıyorum... işte bu salaklık da bana yakışır değil.
Edirne Belediyesi’nin yeni açtığı parka ektiği çiçekler kenevir çıktı. (...) Konuyla ilgili bir açıklama yapan Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, belediye çiçekliğinde kullanılan toprakların Yunanistan sınırındaki Karaağaç semtinden alındığını belirterek, ’’Hint keneviri tohumları, Meriç Nehri ile aramızda sınır olan Yunanistan’daki tarlalardan bir şekilde bizim topraklara geliyor. Yunanistan tıbbi alanda kullanmak için sınırdaki tarlasına çok sayıda Hint keneviri ekmiş durumda. Belediye çiçekliğinde biz ekmediğimiz halde kullanılan toprak dolayısıyla Hint keneviri çıkıyor’’ dedi. (...)

