... yazı kalır.

bellatrix begins: batman gibi değil, anka kuşu gibi!

aşk, memleket


Bu ülkenin düze çıkacağına dair umudum yok.

Yıllar boyu yalnız olunca, hem de dağ başında filan değil yani, koca metropolde, bunca insanın, bunca sözde ihtimalin arasında yalnız kalınca, direnmek zorlaşıyor. Arada bir şeyler oluyor, umut ediyor insan. Gezi gibi. #direnaşk. Sanıyor ki bir sabah güneş doğarken parkta tutulan elinin, o elin diğer hallerinden bir farkı var. Bir ortak noktada buluştu biriyle, iki ortak umutları var sanıyor. Oysa yok öyle bir şey. O o sabahın el tutuşu, yarına Allah kerim.

Bizim neslin gençliği en dibe vurmak umuduyla geçti. Dibe vurduğumuzda "işte bu dip, daha ötesi yok" diyecektik ve ayağımızı vurduğumuz gibi yükselecektik, oh diyecektik, nefes alacaktık. Burada yaşamaya uğraşmamızın bir karşılığı olacaktı. İnadımız sonuç verecekti.

Boşversene.

Ben aşka inanıyorum. Aşk diye bir şeyin varlığına inanmak için ille de benim başıma gelmesi, ya da geleceğini düşünmem gerekmiyor. Aşk var, görüyorum birilerinin gözünde, duruşunda, saç okşayışında filan. Olması da güzel bence. Hala umutlu insanların olması güzel.

Uzunca bir süre olacağını düşündüm. Sonra epey bir zaman "ben olmayacağını düşüneyim de, olursa sevinirim" dedim kendi kendime. Pek çok şey için dediğim gibi. Bu yerleşti kaldı. Hep bu şekilde düşüneceğim sanıyordum. Sonra bir sabaha karşı, bıcır bıcır konuşurken aniden, böyle 1 saniye içinde hiç ağzını açmamaya karar veren bir adamı takside bırakıp eve girdim. Pencereden dışarı baktım ve şöyle dedim: "Kimseyle tanışmak istemiyorum artık."

Sigarayı da böyle bırakmıştım. Mantıklı bir açıklaması yok. Ama gerçek. Dibe vurunca yukarı çıkılacak diye bir kanun mu var? Belki yeterince su alıp batıyordur insan, tekne, her neyse.

Fake it until you make it gerçekmiş. Olmayacağını düşüneyim dedim, olmadı.

Ameliyat masalı bir oyunda biri ustalıkla kalbimi almış, başka hiçbir şeye dokunmamış gibi. Alarm ötmemiş (no alarms and...), oyun bitmemiş ama benim kalbim yok. Umursayamıyorum, uğraşamıyorum, ilgimi çekmiyor. Üzülemiyorum, kızamıyorum, gazete önlerinde yatamıyorum. Gerçekten, üzgün bile değilim. Hüzünlü değilim. Dev bir kabullenmişlik geldi yerleşti içime. Şikayetçi değilim.

Bu memleketle ilgili ne hissediyorsam aşkla ilgili de onu hissediyorum.

Boşversene.

Valizim dolu yine

"Kemerini bağlıyorsun. Uçak yere inmekte. Uçmak, yolculuğun tersidir: Mekanın süreksizliğini aşarsın, yok olursun, kendi de zaman içinde bir tür boşluk olan bir süreç için hiçbir yerde olmamayı kabul edersin; sonra yok olduğun yer ve zamanla ilgisi olmayan bir yer ve anda ortaya çıkarsın. Bu arada ne yaparsın? Senin dünyadan, dünyanın senden kopukluğunu nasıl değerlendirirsin? Okursun; bir havaalanından ötekine gözünü kitaptan ayırmazsın, çünkü sayfanın ötesinde boşluk, uçuş molası mekanlarının, seni barındıran ve besleyen madeni rahmin, her daim farklı, ama her daim aynı olan yolcu kalabalığının sıradanlığı vardır. Matbaa harflerinin sıradan tekbiçimliliği aracılığıyla yaşanan bu başka soyutlama sürecinde kalmana değer: Burada da adların çağrıştırma gücü seni hiçliğin değil, bir şeylerin üzerinden uçtuğuna ikna eder. Emin olmayan ve tahmini bir biçimde yönlendiren aygıtlara kendini emanet etmek için bir miktar bilinçsizlik gerektiğinin farkına varıyorsun; ya da belki bu edilgenliğe, gerilemeye, çocuksu bağımlılığa karşı dizginlenemeyen bir eğilimi kanıtlıyordur. (İyi ama sen uçak yolculuğuna mı kafa yoruyorsun, okumaya mı?)"


Metin.
GIF.


beni neden sevmediniz nokta

"Zaten ilişkiler şöyle böyle" diye yazı yazamıyorum, öyle olmayan ilişkiler var etrafımda. Nasıl oldular bilmiyorum ama varlar işte, görüyorum.

"Erkekler şu şekil kadınlardan hoşlanmaz" diye ahkam kesemiyorum, çünkü tam da o şekil olan pek çok kadın tanıdım (son zamanlarda daha da fazla tanıdım hatta) çoğu da bir ilişkiyi bir şekilde yürütebiliyor. Daha önemlisi, ilişki kurabiliyor. Kurabilmiş. Olmuş yani.

"Belli bir bedenin / kilonun üstündeki kadınlar sevilmez" diyemiyorum, aksi örnekleri var etrafımda pek çok.

"Kısmet değilmiş yaa" deyip geçemiyorum, çünkü kendime bunca kaderciliği yakıştırmıyorum - hani benim müspetbilimci kimliğim?


Bu kadar yanıtsız kalmak canımı sıkıyor. O yüzden, yanıtsız her ihtimalden ve her adamdan kaçtığım gibi bu yazıdan da kaçacağım galiba. Hazır bugün 1 kez daha vazgeçmişken...

Bu lafı hiç sevmiyorum ama, vallahi sözün -ve sorunun- bittiği yerdeyim.

8, 9, 10...



Bir video izliyorum. Acayip gülmüşüm. O kadar mutluydum ki -mutluymuşum diyemeyeceğim, hatırlıyorum-, uzun süre sonra anadilimde konuştuğum dostlarım bilgisayar ekranında değil karşımdaydı, rakı sofrası vardı; kendi kendime, odamda çalmak zorunda değildim dinlediğim müziği çünkü bak içeriden geliyordu en sevdiğimiz fasıllar, benim için bir kestaneli pasta vardı (sevdiğim pastalar mevsimlere göre değişiklik gösterebilir), hava bile mevsim normallerinin üstündeydi ki bu kadar olur. Bir de beni görmeye gelen bir adam vardı, “seni özledim” demişti ben uzaktayken, ben de inanmak istemiştim. İnanmıştım da herhalde, başka programlarını bozup da bana geldiğine, kendi arkadaşları yerine hiç tanımadığı insanların arasına girdiğine göre, diye düşünmüştüm, sarhoşluk özlemesi değilmiş o. Gülerken elimi omzuna koymuşum videoda. O kadar uzun zamandır elimi beni özlediğini söyleyen aile bireyi ya da dost dışında birinin omzuna koymuştum ki, biraz da onun için gülüyordum, o belli (o sadece bana belli). 

O adam ertesi sabah kalkıp gitti. Ne oldu ben de bilmiyorum. Çünkü size gelen adamlar bazen sadece gelir, sonra da giderler. Çok da bir şey soramazsınız, o zaman çok büyüttüğünüzü sanırlar. Zaten büyüteceğinizi düşünerek kaçmışlardır. Onları rahat bırakmamak size (de) rahatsızlık getirir. Bu kadarını bilmek için bu durumları öyle çok da tecrübe etmiş olmaya gerek yoktur.

Oluruna bıraktığım hiçbir su, yolunu bulmadı hayatta. Ah, pardon; işten kovulmam, bir de bir ara yazmak üzere beklettiklerimin üzerine onları doğrulayacak bir şeyler eklenmesi ve sonuçta, sağlamalarının yapılması, ortaya daha gerçek, böyle elle tutulan, kanıtlanan yazıların çıkması… Bunlar oldu. Oluruna bırakmadıklarım da yolunu bulmadı, o zaman ben daha çok yoruldum. Bırakmak lazım demek ki. Bu zorlamamalar, sormamalar da oluruna bırakmanın parçaları işte.

///

Sen bana hitaben iki satır yazmamışsındır bugüne dek, mesajlarıma bile cevap vermemişsindir belki ama o kadın için videolar çeker, onu kıskandırmak için başka fotoğraflara girer, icabında rotanı değiştirirsin. O kadın, o daha bugün tanıştığın, on beş gün yaşadığı şeyleri hayati bir deneyim gibi anlatan ve senin de soru üstüne soru sorarak anlattırdığın (bana o soruların hiçbirini sormadığını söylememe bilmem gerek var mı?), seninle aynı müzikleri dinlemeyen, senin cümlelerini tamamlamayan, aklının sınırlarını, çağrıştıklarını, az sonra güleceğin şeyi bilemeyen kadın için vardır bunlar hayatta. Bunlar bir haktır. O kadar da olağanlardır ki üstelik, kadın başka kimin kalbini kırdığını bile umursamaz. 

Bazı insanların hayatı, şeylerin yıllara yayılabildiğini görme çaresizliğinden uzak geçmiştir.

///

Bir eşiği geçtiğimizin sabahıydı, bir fotoğraf çektim. İnsanın geçene kadar çok önemsediği ve gözünde büyüttüğü, olup bittikten sonra da içten içe aslında geçmek istemediğini fark ettiği ya da belki de sadece o an yalnız olmanın (yine yalnız olmanın) hüznünün galip geldiği bir sabah, dünyanın ilk kez ayak basılan bir çarşısındaki bir fotoğraf, yerde biri kendiliğinden oluşmuş, diğeri endüstriyel iki küçük kalp. Kendimi birazcık iyi hissetmiş ve yabancı bir memlekette tek başıma dolanmanın da güzel olabileceğini hatırlamıştım. Neredeyse tüm dükkanların kapalı olduğu bir şehirde, hediyelik eşya dükkanından hediyelik eşya olsun diye yapılmış bir buzdolabı mıknatıslı not defterciğiyle kalem alıp, nehir üstünde salınan teknelere gitmiştim içmek ve yazmak için. Yazmak bana çok iyi gelmişti, içkiye atfedememiştim bile bu iyileşmeyi.

Bugün bir fotoğraf gördüm, yerde kendiliğinden oluşmuş bir kalp. Çimento ya da kaplama malzemesi her ne ise kırılmış, tam da kalp şeklinde kırılmış, kırıkları da içinde duruyor. Ve bunu sevinçle, sevgiyle paylaşmış biri. Tıpkı benim yaptığım gibi, ama bir farkla, benimkisi etiketsiz. +0. Üstünde sadece benim adımın yazdığı davetiyeler gibi, çok tatlı, pek şeker ve dümdüz.

Keşke “insan kalbi en fazla 7 kez kırılabilir” gibi bir şey olsaydı, bu gerizekalı kalbin bir parça kağıt kadar aklı olsaydı da kendine bir katlanma sınırı koysaydı. 


21 Temmuz 2016, Heybeliada
Related Posts with Thumbnails

bencileyin

Fotoğrafım
iyiyim, kötüyüm, mutluyum, mutsuzum, güzelim, çirkinim - herkes kadar. çok şey bilir, her şeyi hatırlarım; çöp beyinliyimdir. bana alttan bakarsanız bir tanrı görürsünüz (temsili). müzik dinlerim, sadece yalnızsam veya sarhoşsam bağıra bağıra eşlik ederim; yoksa insanları düşünürüm aslında. ve severim. insanları severim; bazı insanları daha fazla, bazılarını çok çok fazla, boyumdan büyük severim. sonracıma, okurum. bir de yazarım; iyi, kötü, mutlu, mutsuz, güzel, çirkin - herkes kadar.

basılı materyalin hastasıyım!

read the printed word!