Gözüm karardı.
Ben öyle zırt pırt bayılan, azıcık üşütse yataklara düşen, iki bira içse kusmadan ayılmayan biri değilimdir. Başım sürekli ağrımaz, regl sancılarımı (tabi biraz da mecburen) nazsız ve profiterolsüz atlatırım. Ağlarım -acı eşiğim de düşüktür üstelik- ama genelde başka şeylere ağlarım. Sakinleştirici almam, uyku ilacı sorsanız bilmem. Kriz geçirmem. Sinirle telefonu yatağa atmışımdır ancak, duvarlarım biblo cesedinden muaftır.
Hayatımda ilk kez gözüm karardı bugün, kendimi revire zor attım. Tansiyonum yükselmiş. Benim tansiyonum mu varmış? Annelerimizde falan olmuyor mu bu tansiyon ya da çalışmaya aldığımız hastalarda hani; bu diş diş sarımsaklar, tuzlu ayranlar ve limon suları belli bir yaştan sonra alınmak üzere değil mi?
Doktor bana ne anlattı, ne sordu hiç hatırlamıyorum. Sabah gözümü açtığım andan itibaren hissiz hissiz dolaşmama sebep olan ne varsa çözüldü revirde. Ağlamaya başladım. "Bir sakinleştirici verelim" dedi doktor, "mideniz nasıldır?" "Kuvvetlidir" dedim. Çok kuvvetli benim midem. Bak yıllardır, bak 31 Mayıs'tan beri neler oldu, hepsini kaldırdı. "Ne oldu, anlatmak ister misiniz?" dedi. "Berkin Elvan öldü" dedim. Şaşırdı. Daha duymamış.
Yatırdılar beni bir süre, tam bilmiyorum ama birileri beni sormak için reviri aradığına göre 15-20 dakika yatmışımdır. Camdan dışarı baktım. Gündüşleri gördüm çirkin çirkin. Akşam mutlaka toplanılacaktı bir yerlerde. Neyse ki pantolon giymişim, diye sevindim. Maske falan yok ama ne yapalım, ne olacak. Kendimi tutamadığımı gördüm. Kaçmadığımı. Benim de başıma bir gaz fişeğinin isabet ettiğini. Öldüğümü gördüm. Öldüğümü ve hiçbir şey olmadığını. Birilerinin "onun orada ne işi varmış?" dediğini, birilerinin "solcuydu/ateistti/teröristti zaten" dediğini, birilerinin hiçbir şey demediğini.
Hiç güzel bir şey düşleyemediğim bir yerde, hiç geri dönmek istemediğim yıllar geçiriyorum. Tek sebebi hükümet, siyaset, dini icazet değil tabi; ama bazal mutsuzluk seviyemin bu denli yüksek olmasında payları olduğu bir gerçek. Kaçınızın bir hırsız veya bir katille fotoğrafı var ki? Benim, ikisiyle birden var. İkisi yekvücut. Baktıkça tiksiniyorum omzuma değen elinden.
İşte bu yüzden umurumda değil ölmek. Bugün ölmek ya da yakında öleceğimi öğrenmek de umurumda değil, çünkü dün birine dediğim gibi, 3 ay da, 10 yıl da yaşasam hiçbir şey değişmeyecek, bu sevgisizliğin yorgunluğu belki aynen, belki artarak devam edecek nasılsa.
Ben üniversiteden mezun olduğumdan beri hiçbir zamana geri dönmek istemiyorum.
Keşke bu hayatı benim için durduğu yerde kesip, kalanını Berkin'e verebilseydim. Belki o daha çok uçurtma uçururdu.
Belki, bilmiyorum belki farklı bir şey olurdu.
"...başarısız boktan bir kış geçirdik
kanımız bile doğru dürüst akmadı
bir sürü çocuğu öldürdüler."
Turgut Uyar, Kıştan Kalan Soğukluk
Akşam 19:30'da Beşiktaş'ta görüşmek üzere.