"Seninle konuşmamız lazım bellatrix."
O kadar çok duydum ki bu -kendim çok nadir, o da belli kişilere kurduğum- cümleyi... Neden lazım yahu? Bu lüzum nereden geliyor?
Daha önemlisi, ben neden aynı lüzumu hissetmiyorum?
"Konuşalım tabi ya."
İşte bu da ben. Tanışmadıysak tanışalım, merhaba, ben arkadaşsızların arkadaşı, dostluların daha iyi dostu bellatrix. Çok iyi dinlermişim, öyle derler. Yaptığım, zaman zaman realist olmakla suçlanan (suçlanmak, bilerek kullanılmış bir sözcüktür) yorumlar insanları acıtsa da, doğruyu, yalnızca doğruyu söyleyeceğimi, onları kandırmayacağımı bildikleri için bana gelir insanlar. Bir de komikmişim filan. Ben kendi söylediklerimle çok eğlenirim, o ayrı, ama bunu başkalarından duymak güzel.
Çok paylaşır gibi görünür, aslında pek de bir şey anlatmam. Zaten kimse de pek önemsemez bence. Nasıl olduğum sorulduğunda ekseriyetle "hiiiiç" diye nefes verir, başka taraflara bakarım. O başka taraflarda bir şeyler oluyordur çünkü, gözlenecek bir şeyler, yazılacak veya bu aralar, yazılmak üzere kaydedilecek şeyler. Güzel şeyler başka taraftadır. Ben onları oynamaz; görür, dinler ve anlatırım. Netleştiririm. Temize çekerim. Serra Yılmaz gibi, hah tam da Serra Yılmaz gibi işte; ben olmasam olmaz, ama sadece benimle de olmaz.
En iyi yardımcı kadın oyuncuyumdur.
Erkek arkadaşlarımın kız arkadaşları alenen kıskanır beni. Bilmezler ki beni kıskanma sebepleridir beni "onlardan biri" yapan o adamlar nezdinde. Komiktir bu da (bana nazaran size daha çok komiktir).
Kırılmamam beklenir. Ama ben kırılırım.
Hep şahane bir hayatı olacağına inandırılarak kavrulmuş insanlar gibi o inancı fark etmeden içime çekmişim. Olamaz mı, olabilir, doğru. Lakin olmayabilir de. İşte bu; kabullenmekte en çok zorlandığım şey: Şahane bir hayatım olmayabilir. Çok sevdiğim bir işi hiç yapmayabilir, yaptığım işi hiçbir zaman çok sevmeyebilirim. Çok (ama çok) sevdiğim insanlar beni hayalkırıklığına uğratmaya devam edebilir. Prenses olabilir, fakat kimsenin prensesi olmayabilirim. Ben, mesela, uçabilecekken mesela, bundan sonra hiç aşık olmayabilirim.
Ben günün birinde kendimi Bozcaada'da, dışarıdan bakıldığında çok dolu bir hayatın orta yerinde, dışarıdan bakıldığında çok güzel bir evde, hep kalabalıklar içinde (Bozcaada'da evim var ya, üşüşürsünüz tabi piçkuruları:)) bulabilirim. Bir yanım hep kendinden inanılmaz memnun, isyankar, tatlı-sert; herkesin dinlediği, herkesin sevdiği, Onurlu'nun deyimiyle "cevval hatun" kalmış olabilir. Bir yanım, ben gece yastığa başımı koyana kadar çok mutlu olabilir.
Ama ben deli yatarım. O yüzden, öbür yanıma döndüğümde bulduklarıma şaşırmamaya alıştırıyorum kendimi.
Ya da, bulmadıklarıma.
(12 Mayıs 2012, Londra - 22 Mayıs 2012, İstanbul)