Şaşkınlıktan dilimin tutuluverdiği, şoktan canımın ne kadar yandığını bile anlamadığım ve sessiz kaldığım 1 kez haricinde hep içimden geçeni söyleyip, içimden geldiği gibi davranmaya çalışıp, karşımdakinin de öyle yapmasını istemişimdir. Hatta karşımdakini bunun için zorlamış, belki de bu yüzden kabak tadı vermiş ve moral bozmuşumdur.
Karşısındakiyle muğlak konuşma hakkını kendinde gören insanların, bu kadarcık bir can sıkıntısını hak ettiğini düşünüyorum açıkçası.
21. yüzyılda büyük şehirde yaşayan eşşek kadar insanlar değil de, Yavuz Bingöl ile Ece Uslu'nun başrollerini paylaştığı uyduruk bir töre dizisinde olsaydık şayet, bu ruhsal dalgalanmaların güzel bir sloganı olurdu: "İki kişi birbirini sever de kavuşurlarsa mutluluk olur... Biri kaçar diğeri kovalarsa aşk olur... İkisi de sever ama kavuşamazlarsa işte o zaman efsane olur."
Fonda Kıraç tarafından bestelenen bir jenerik müziği ile hayatta akıp giden isminizi okumak ve o üç saniyelik önemlilik anı geçtikten sonra bu boktan hayattan çıkıp gitmek istiyorsanız, that's fine, kendi kararınız. Mezar taşınıza "rahmetli büyük büyük lafları çok severdi" yazarız, herkes de çok beğenir, fotoğrafını çekip instagram'a koyar ki başkaları da beğensin. Çünkü sırf bu laflardan ne fenomenler çıkmıştır... Twitter fenomenleri, tabi. Sanal dünya, sadece, iki tık bir layk.
(Gerçek hayata bulaşınca, oralarda buralarda okunduğu gibi olmuyor "şey"ler.)
Ben de görmediğim bir yeri görmek üzere tatil planı yaptığım için, gönlüm elverdiğince heyecanlı olarak bu boktan hayatıma devam ederim... İşte o zaman efsane olmasa da, en azından güzel olur.
Basitlik güzeldir, sıradanlık değil.
(Hem size bir şey söyleyeyim mi; sonsuza dek kovalanmak diye bir şey yok, Verona'da geçen eski bir hikayede yaşamıyorsanız "kavuşmak" gereksiz bir mübalağa... Sonunda da bir halt olmazsınız.)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce