Bir tiyatro oyuncusu gibi, deliyi oynayan bir tiyatro oyuncusu gibi aniden ağlamaya başlıyor, sonra aniden susuyorum. Zorlasam belki gülerim bile. Sonra tekrar ağlamaya başlıyorum hüngür hüngür. Bütün gün içimde tuttuğum, ciğerime dolmuş gök hüngürdüyor. Sonra yine susuyorum. Kuru kalkıyorum yattığım yerden.
Kuru ama güneşsiz.
Karasal iklim.
Belki gerçekten, normal normal deliriyorumdur.
Ve ben ağlayıp durduğumu kimseye söyle(ye)miyorum. Nasıl söylenir ki? İyi, diyorum ben hep. Naber? İyi. Nasıl gidiyor? İyi. Napıyosun? Hiç, iyi işte.
Boktan bir cevap ama bu cevapla tatmin olmayana (ya da olmuş görünmeyeyine) rastlamadım. Pek rastlamadım. Pek'in içinde çok az insan, daha da az umut var.
o ilk İyi'nin ardını görmek biraz cesaret işi, "beni tanımak cesaret ister" ya da "düşündüklerimi anlıyorsanız bu, kafidir" gibi değil de, Jerry'nin girdiği deliğe Tom'un kafasını sokma cesareti. Halbuki sokmasa, Jerry belki kendisi çıkacak dışarı. Belki arka tarafta başka bir delik bulup oradan sıvışacak. Belki de o sıkıştığı yerde geberip gidecek. Ama yok. Kafa girecek o deliğe illa. O ACME dinamitler patlayacak illa.
o ilk İyi sıradan, sıkıcı, boşluk ardında bir uyduruk kaos. Zor.
Mehmet Anıl'ın dediği gibi "... 'İyi' sözcüğünün geçtiği tümceleri dikkatle okumanı öneririm. (...) Başlarda biraz karışık görünse de okura düşen görevler de var."
Okura görev yüklemek benim işim değil.
Ben ağlayıp durduğumu kimseye söyle(ye)miyorum.
(26 Kasım 2013, Levent - Gayrettepe)
Kalbim Unutmuyor
3 hafta önce