Çok kötü bir şey olacağına dair duyum aldık, birinin annesinin emniyetteki arkadaşından, birinin istihbaratçı babasından.
Bizi Taksim'in dışında tutmak için numara mı, bilmiyorum. Hayatta en az güvendiğim şey, polis. Şey, kişi değil. Kişiliklerini artık kaybettiler.
Öte yandan, evin içinde huzursuz huzursuz volta atıp durmak anlamsız.
Ne olabilir? Ölür müyüm?
Kitle imha silahı mı kullanılır?
Atom bombası mı atılır?
NE OLUR?
Ben ölmekle ilgili bir sorunum yok demedim mi pazartesi kadına?
Evet yok.
Şu an, dostlarım orada, oralarda. Onlar ölürse ben ne yapacağım? Nasıl yaşayacağım kendimle nasıl???
(Kocaman bir soru işareti koy bu tarihe.)
Ailem dışında tutunduğum, geride bıraktığım hiçbir şey yokken ben ölemeyeceksem, kim ölecek? Kim "devlete, polise karşı çıkanlar bir de ambulans mı bekliyor?" diyen Sağlık Bakanı'na "yok lan artık!" diyecek?
Ölmekten korkmayan ben Taksim'de olmazsam, daha layık kim olacak?
Bilmiyorum, bilmiyorum.
Bana bir şey olursa, bu defter Cihan Akıncı'nın olsun.
Yazılarımdan başka (naçizane) hiçbir şeyim yok hayatta, bir çocuğum, kendi kurduğum bir aile, bir ev, araba, tekne, kümes vs.
Tüm maneviyatım dostlarımın olsun.
Ve bana bir şey olursa, kalbimi gerçekten kıran herkesi affedebilmeyi diliyorum.
Bunu hala yapamadım çünkü.
Ha, unutmadan... Bugün veya herhangi bir gün ölürsem, beni Heybeliada'ya, Zeyyat'ın yanına gömün.
Uzun zamandır en çok özlediğim kaybım o.
Bu küçük şişenin içinde Venedik kanallarından aldığım su var. Şimdi ben en az Venedik kadar huzurlu, en az bu martılar kadar özgür bir ülke hayaliyle Taksim'e gidiyorum. Korkuyorum ama gitmezsem daha çok korkacağım.
01.06.2013
Dün. Bugün düğünümüz olduğu için kuaföre gittim. "Ne var canım?"cı bir kadınla ağız dalaşına girdim. Sonra boşverdim. Yobazdan daha yobazdı kolsuz, minicik elbisesi ve pembe ojeleriyle. "İyi eğlenceler" dedi kuaför çıkarken. Şöyle bir baktım. "İyi savaşlar" dedi. "Teşekkürler."
Osmanbey metro. İçeri gaz bombası atıldı. Dışarı çıkamadık. Bekledim, Aşağı da attılar. Sonraki metroyla Şişli'ye kaçtım, Osmanbey'e yürümeye başladım. Halaskargazi'den gelen TOMA'yı görüp Cumhuriyet Gazetesi'nin sokağına, oradan arkaya, Bomonti'ye, Kurtuluş'a, Pangaltı'ya, Harbiye'ye. Yolda 20 kadar polisin yanından geçtim. Korkmadım. Hilton'un önünde dostları buldum; Deniz, Bora, Muzo, Cem, vesaire.
Hilton'un bahçesine doğru gaz bombaları atıldı, tepemizde helikopterler, onlara el sallayan bizler. "Sık bakalım, sık bakalım / Biber gazı sık bakalım / Kaskını indir, copunu bırak / Delikanlı kim bakalım" nidalarıyla Lütfi Kırdar'ın önüne doğru sürüklendik. İçeride Miss Turkey vardı. GERİZEKALILAR. Suratımda bir şal, yolumun üstünde gaz maskesi alacak yer yoktu napayım, elimizde Talcid'li sular, her şeyi ne de çabuk öğrendik?
Habitat Parkı'na yukarıdan, caddeden gelen haberler iyi değildi. Arkadaşlar yorgun, ben en son ne zaman bu kadar yürüdüm hatırlamıyorum. Ama garip bir şey var. Bir şey işte. Anlatamam da. Beşiktaş'a yürüdük. Oradan ev. Boğazım ağrıyor hala. Düğün olmasa bugün. Hiçbir şeye benzemeyeceğiz. Hiçbir hakkı teslim edemeyeceğiz. Düğünden sonra tekrar dışarı çıkacağız en fazla. Tekrar. Fıskiye gibi. Devr-i daim.
Bazı sokaklar o kadar sakindi ki dün ben yürürken. Kurtuluş. Önünden geçtiğim Huzur APT.ları saydım. Bunlar bu kadar çok muydular? Huzur diledim sonra. Ve rüzgar. Aşağıdan yukarı, hani karda olur ya bazen, biber gazını dağıtacak rüzgar. "Allahım lütfen" dedim. Allah'a da yalvarıyorsun. Ne fark eder? Ne varsa. Elinden, içinden ne geliyorsa.
Beşiktaş'ta rakı masaları kurulmuştu biz indiğimizde. Eğlenen insanlar. Ne garip. Ahmet Kaya çalıyordu, o da garip.
"aydınlansın diye şu kirli yüzler / biz durmadan savaşırdık"
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder