Gelin bakalım kuzucuklarım, size bir masal anlatayım şimdi. Toplanın toplanın; Özgüüüüür, Eriiiiiinç, Moriiiiis (Ne var, olamaz mı? Artık devir değişti :)), Erguuun, Yasemiiiin, Aslıııı, gelin gelin, oturun bakayım... Dinlediyseniz de bu hikayeyi daha önce, yine de uslu durun, arkadaşlarınızı rahatsız etmeyin...
Bir varmış, bir yokmuş; bir an varın, diğer an yok olduğuna dair bir hikaye varmış. Develer tellal, pireler berber iken, armatör büyükdede çocuklarını tıngır mıngır eyler iken...
Üç kardeş yaşarmış adanın birinde; Lütfiye, Veysi ve Zeyyat. Bu üç kardeş de, babaları tarafından istedikleri yerlerde ve istemedikleri kadar çok okutulmuş. Üç kardeş diyoruz ama, frankofon abla Lütfiye'nin bu hikayedeki rolü aynı tarihte olduğu gibi, yazarın babasını doğurmaktan ibaret olduğundan, onu saymayalım şimdilik. Zeyyat ile Veysi, biri avukat asıllı yazar/çevirmen, biri mimar asıllı mimar; gençliklerini kendi ayakları üzerinde durma ihtiyacı hissetmeden geçiren iki yakın kardeşmiş. Dikkatli dinliyorsanız yukarıdaki armatör sözcüğünü yakalamışsınızdır, değil mi? Neler mi yapmışlar? Heybeli'de bol bol mehtaba çıkmışlar, kızları peşlerinden koşturmuşlar, hem zengin hem yakışıklı olmanın tüm imkanlarını kullanmışlar kısacası.
Teyzekızlarından biri, Zeyyat'la Veysi'nin annesini, yani büyükbüyükanneyi ziyarete gelmiş bir gün. Beş parmağın beşi, geniş bir ailenin de her çekirdeği aynı olmadığından, durumları çok iyi değilmiş bu teyzekızı ailesinin. Onun da üç oğlu varmış, Nevzat, Ertuğrul ve Erol; elleri iş tutan ama kendilerine yeteceğini düşündükleri kadar okumuş, ah bi sermayemiz olsa da bir iş kursak, diyen... Teyzekızı demiş ki büyükbüyükanneye:
_ Sizde para var, bizde de çalışacak çocuk. Bizimkiler ister ki, "ortaya bir para koyalım da bir otobüs alalım; birimiz çığırtkan olur ikimiz de şöför, geçinip gideriz. Bu arada size de kardan pay veririz".
Şimdilerde kar ortaklığı denen bu hadiseye sıcak bakmış büyükbüyükanne, demiş ki "Olur aslında, ama benim de oğullarım takip etsin bu işi. Tamam, şöförlük yapmasınlar ama yardım etsinler, gelene gidene baksınlar, sonra da paylaşılsın para bir şekilde güzelce, herkese yettiğince".
Zeyyat ile Veysi ve Nevzat ile Ertuğrul ile Erol, ortak olmuşlar böylece. Bir otobüs alınmış, otogara (Kadıköy olacak) yerleştirilmiş, kısa mesafelere gidip gelmiş Nevzat ile Ertuğrul uzun süre, İzmir, Karamürsel, vesaire... Erol da otogarda çığırtkanlık yapıp yolcu toplamakta... Böylece, para akmaya başlamış yavaş yavaş; artık kendi ailelerini çekip çevirir hale gelmiş iki kardeş ve bir tane daha otobüs alalım, gerekirse şöför de tutalım vardiyalı , işi büyütelim, demişler.
Ancaaaak, bu hikayede Allah'ın hakkı şimdilik birmiş, o ikinci otobüs hiç uğurlu gelmemiş bu üç kardeşe. Sürekli bir sorun çıkarmış, bakım istemiş; aksırmış, tıksırmış, yolda kalmış. Bu arızalar otobüsten değil de, kardeşlerin artık işlerine ortak istemeyişinden kaynaklanıyor da olabilirmiş; ama günahlarını almıyoruz tabi çocuklar...
Neyse, hal böyle olunca ilk otobüsten gelen karın çoğu ikinci otobüse gitmeye, işler de aksamaya başlamış. Gelmesi, gitmesi, ruhsatı, ayak işleri derken; artık ne bu işlerin ucundan tutmak, ne de bu dertlere ortak olmak istemediklerine karar vermişler Zeyyat ile Veysi. Bir hal çaresi düşünmek üzere bir araya gelmişler kuzenleriyle. "Galiba olmuyor" demişler, "biz çıkalım bu işten; siz bize payımızı verin de". Kuzenleri de kabul, demiş, yavaş yavaş verelim. Ama biz de bu otobüsü sattık, yenisini aldık; borca girdik biraz ama neyse, bir şekilde çıkarız yüze.
Sonunda, paralar alınmış, hisseler verilmiş, ortaklık bitmiiiiş...
Bir süre sonra Nevzat demiş ki, yahu biz üç kardeş, bir de bizimle çalışan şöförler, oturacak bir yer lazım bize. Hem insanlar onları tanısın bilsin istemişler artık, bilet satalım, öyle hep çığırtkanlıkla olmaz ya! Bir oda ofiscik tutmuşlar kendilerine, amma velakin tabela asmak lazım ya oturulan her yere; insanlar bilsin istiyorsa adını da koymak lazım işin, ne yazsak, ne koysak? İsimler değişik değil, soyad desen Pekuysal, çok zor canım, kimse hatırlamaz bunları. Hem şirket olduk artık, şirket adı da olmaz bunlardan.
Kalemleri ve kelamları kendilerinden kuvvetlidir diye düşünmüş olacaklar, kuzenlerine sormuşlar laf arasında bir gün, ne koysak biz bu şirketin adını? Düşünüp taşınmış iki kardeş; sonunda Veysi demiş ki:
_ Bizim olmadı sizin olsun, kazancınız da bol olsun. Şirketin isimbabası bari ben olayım, ismi hem akılda kalsın, hem de güven versin: "Varan" olsun.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine... Çıkalım, bakalım yukarıdan o büyükdayıların veliahtı olmadığı otobüs şirketlerine; dedelerin almadıkları evlere, satmadıkları başka evlere, elden çıkardıkları kuyruklu piyanolara; daha geri gidip padişahların bol keseden dağıttığı tarihi eserlere, filan... Dimi çocuklar?
Siz siz olun, akıllı olun çocuklar.
(Zamansız, Yoncaköy-İstanbul)
Yazarın Notu:
1- Hikaye tamamen doğrudur; diyaloglar çoğunlukla. Varan Susurluk tesislerine giderseniz, geçtiğiniz altgeçidin ismine dikkat edin.
2- Çok garip bi adam oldum. Aslında olmuşa tam uyarak yazmak için gazeteci misali not bile almıştım bu hikayeyi Adoş'tan dinlerken; ama sonra öğrenci misali unuttum nereye yazdığımı (kesin saklıyorumdur da, arşivlerimi -karmançormandolabım- karıştırmam lazım. Neyse, geri dönüp tümünü asıllaştırırım. Yaparım, bilirsiniz.)
Bir varmış, bir yokmuş; bir an varın, diğer an yok olduğuna dair bir hikaye varmış. Develer tellal, pireler berber iken, armatör büyükdede çocuklarını tıngır mıngır eyler iken...
Üç kardeş yaşarmış adanın birinde; Lütfiye, Veysi ve Zeyyat. Bu üç kardeş de, babaları tarafından istedikleri yerlerde ve istemedikleri kadar çok okutulmuş. Üç kardeş diyoruz ama, frankofon abla Lütfiye'nin bu hikayedeki rolü aynı tarihte olduğu gibi, yazarın babasını doğurmaktan ibaret olduğundan, onu saymayalım şimdilik. Zeyyat ile Veysi, biri avukat asıllı yazar/çevirmen, biri mimar asıllı mimar; gençliklerini kendi ayakları üzerinde durma ihtiyacı hissetmeden geçiren iki yakın kardeşmiş. Dikkatli dinliyorsanız yukarıdaki armatör sözcüğünü yakalamışsınızdır, değil mi? Neler mi yapmışlar? Heybeli'de bol bol mehtaba çıkmışlar, kızları peşlerinden koşturmuşlar, hem zengin hem yakışıklı olmanın tüm imkanlarını kullanmışlar kısacası.
Teyzekızlarından biri, Zeyyat'la Veysi'nin annesini, yani büyükbüyükanneyi ziyarete gelmiş bir gün. Beş parmağın beşi, geniş bir ailenin de her çekirdeği aynı olmadığından, durumları çok iyi değilmiş bu teyzekızı ailesinin. Onun da üç oğlu varmış, Nevzat, Ertuğrul ve Erol; elleri iş tutan ama kendilerine yeteceğini düşündükleri kadar okumuş, ah bi sermayemiz olsa da bir iş kursak, diyen... Teyzekızı demiş ki büyükbüyükanneye:
_ Sizde para var, bizde de çalışacak çocuk. Bizimkiler ister ki, "ortaya bir para koyalım da bir otobüs alalım; birimiz çığırtkan olur ikimiz de şöför, geçinip gideriz. Bu arada size de kardan pay veririz".
Şimdilerde kar ortaklığı denen bu hadiseye sıcak bakmış büyükbüyükanne, demiş ki "Olur aslında, ama benim de oğullarım takip etsin bu işi. Tamam, şöförlük yapmasınlar ama yardım etsinler, gelene gidene baksınlar, sonra da paylaşılsın para bir şekilde güzelce, herkese yettiğince".
Zeyyat ile Veysi ve Nevzat ile Ertuğrul ile Erol, ortak olmuşlar böylece. Bir otobüs alınmış, otogara (Kadıköy olacak) yerleştirilmiş, kısa mesafelere gidip gelmiş Nevzat ile Ertuğrul uzun süre, İzmir, Karamürsel, vesaire... Erol da otogarda çığırtkanlık yapıp yolcu toplamakta... Böylece, para akmaya başlamış yavaş yavaş; artık kendi ailelerini çekip çevirir hale gelmiş iki kardeş ve bir tane daha otobüs alalım, gerekirse şöför de tutalım vardiyalı , işi büyütelim, demişler.
Ancaaaak, bu hikayede Allah'ın hakkı şimdilik birmiş, o ikinci otobüs hiç uğurlu gelmemiş bu üç kardeşe. Sürekli bir sorun çıkarmış, bakım istemiş; aksırmış, tıksırmış, yolda kalmış. Bu arızalar otobüsten değil de, kardeşlerin artık işlerine ortak istemeyişinden kaynaklanıyor da olabilirmiş; ama günahlarını almıyoruz tabi çocuklar...
Neyse, hal böyle olunca ilk otobüsten gelen karın çoğu ikinci otobüse gitmeye, işler de aksamaya başlamış. Gelmesi, gitmesi, ruhsatı, ayak işleri derken; artık ne bu işlerin ucundan tutmak, ne de bu dertlere ortak olmak istemediklerine karar vermişler Zeyyat ile Veysi. Bir hal çaresi düşünmek üzere bir araya gelmişler kuzenleriyle. "Galiba olmuyor" demişler, "biz çıkalım bu işten; siz bize payımızı verin de". Kuzenleri de kabul, demiş, yavaş yavaş verelim. Ama biz de bu otobüsü sattık, yenisini aldık; borca girdik biraz ama neyse, bir şekilde çıkarız yüze.
Sonunda, paralar alınmış, hisseler verilmiş, ortaklık bitmiiiiş...
Bir süre sonra Nevzat demiş ki, yahu biz üç kardeş, bir de bizimle çalışan şöförler, oturacak bir yer lazım bize. Hem insanlar onları tanısın bilsin istemişler artık, bilet satalım, öyle hep çığırtkanlıkla olmaz ya! Bir oda ofiscik tutmuşlar kendilerine, amma velakin tabela asmak lazım ya oturulan her yere; insanlar bilsin istiyorsa adını da koymak lazım işin, ne yazsak, ne koysak? İsimler değişik değil, soyad desen Pekuysal, çok zor canım, kimse hatırlamaz bunları. Hem şirket olduk artık, şirket adı da olmaz bunlardan.
Kalemleri ve kelamları kendilerinden kuvvetlidir diye düşünmüş olacaklar, kuzenlerine sormuşlar laf arasında bir gün, ne koysak biz bu şirketin adını? Düşünüp taşınmış iki kardeş; sonunda Veysi demiş ki:
_ Bizim olmadı sizin olsun, kazancınız da bol olsun. Şirketin isimbabası bari ben olayım, ismi hem akılda kalsın, hem de güven versin: "Varan" olsun.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine... Çıkalım, bakalım yukarıdan o büyükdayıların veliahtı olmadığı otobüs şirketlerine; dedelerin almadıkları evlere, satmadıkları başka evlere, elden çıkardıkları kuyruklu piyanolara; daha geri gidip padişahların bol keseden dağıttığı tarihi eserlere, filan... Dimi çocuklar?
Siz siz olun, akıllı olun çocuklar.
(Zamansız, Yoncaköy-İstanbul)
Yazarın Notu:
1- Hikaye tamamen doğrudur; diyaloglar çoğunlukla. Varan Susurluk tesislerine giderseniz, geçtiğiniz altgeçidin ismine dikkat edin.
2- Çok garip bi adam oldum. Aslında olmuşa tam uyarak yazmak için gazeteci misali not bile almıştım bu hikayeyi Adoş'tan dinlerken; ama sonra öğrenci misali unuttum nereye yazdığımı (kesin saklıyorumdur da, arşivlerimi -karmançormandolabım- karıştırmam lazım. Neyse, geri dönüp tümünü asıllaştırırım. Yaparım, bilirsiniz.)
2 yazmadan duramayan var!:
hass..!
ahahahhahaa bundan sonra oradan geçerken hep saygı duruşu =))
Mervetg,
Ona göre, akıllı ol :)
Yorum Gönder