"Düşüncemi belirteceğim. Fakat bu çok gereksiz ve yersiz bir çaba olacak; çünkü size söyleyeceğim her şey bunları kendilerine söylememize zaten gerek olmayan kişiler tarafından duyulacak yalnızca."
J. J. Rousseau
Lisedeyken, kimya dersinde Pınar hoca ne zaman bir soru soracak olsa sınıftan birinin tahtaya kalkmasını isterdi. Tabi kimse oralı olmazdı. Ben kendime güvenmediğimden değil de, üşendiğimden ve biraz da her soruya atlayan inek öğrenci diye addedilmemek için (oysa artık çok geçti) öyle her zaman parmak kaldırmazdım, eminim benim gibi düşünen başkaları da vardı. Gönüllü bulamayan hocamızın ağzından hep aynı cümleler çıkardı: "O zaman en arkadan başlayalım... Cihan, sen gel."
Cihan, yavrum, süklüm püklüm tahtaya çıkıp yüzünde -hala var olan- her an komik bir şey söyleyecek ya da gülümseyiverecekmiş gibi ifadeyle soruyu beklerken bol bol gözlerini devirirdi, gülerdik.
Bir kez, iki kez, beş kez, on kez; kaç kimya dersinde aynı şey oldu bilmiyorum, Cihan sonunda isyan etti:
_ Hocam bu sıra artık başka bir taraftan başlasın ama!
Gezi olayları sonrasında forumlarda konuşuldu; "olayları, olayların aslını ve ardındaki amacı insanlara anlatmak önemli". Katılıyorum, önemli. Ama insanın sabrı var, ve gördüm ki benimki pek fazla değil. Yüzyüze belki, ama tanımadığım ve görmediğim, bir tuşla benimle tüm ilişiğini kesebileceğim insanlara karşı sabrım gerçekten az. Yine de insanların değişebileceklerine, gözlerinin önünde bir perde olduğuna inanıyorum. Perdeyi kaldıran, en azından aralayan olmak istiyorum. Bariz aptal olan benimdir belki ama inanıyorum ve istiyorum işte.
Dün bir yazışmaya dahil oldum Twitter'da. Bir kız, yani kız olduğunu düşündüğüm, Nazlıcan gibi gayet kız isimli biri, birilerine yanıt verirken "ama tekme atanların polis olduğunu sanmıyorum belli değil. Ethem'in de kaza olduğu görülüyor videodan bence." dedi.
"Oha" dedim, "hala mı?" Videonun bütünleştirici gücüne nasıl inandıysak, zannettik ki insanlar duyduklarında değilse de gördüklerinde aydınlanacaklar aniden. Demek ki olmamış.
Bundan sonraki yazışma aşağı yukarı şöyle gelişti:
b: polis sokak ortasinda elinde silah olmayan bir adami cekip vuruyor ve
kaciyor. goruntu bu, sozun GERCEKTEN bittigi yer. ha bu arada, polis tekme atsin diye ali ismail'i tuttuk diyen
firincilarin ifadesini yandas medya bile verdi, bilginize.
nazlıcan: benim gördüğüm. Polise taş atılıyor, silahı ateş alıyor ve vuruluyor.
Poliste korkup şaşırıp kaçıyor zaten.
b: "silahi ates aliyor" da ne tatli. Silahlar hep kendi kendine ates alir,
ve polisler bu sebeple kask numaralarini silerler ^.^ Evet, "cesitli yerlerine irili ufakli taslar geldi"
seklindeydi ifade.
Ah kiyamam... Neyse. Gereksiz. Size tatli ruyalar.
nazlıcan: olmuş gitmiş maalesef. bundan ders alınsın. yeni Ethem'ler olmasın.
(Bende şalter atar.)
b: polis, dun yaptigi uzere yolda yuruyen 6 kisiye 50 kisi saldirip
yerlerde suruklerse olacak gibi ne yazik ki. iste biz o polis siddetine karsiyiz. hepimiz icin karsiyiz, cunku bu
fasistlik. parktaki insanlarin ustune gaz sikmak gibi... ben sizinle daha konusmak istemiyorum; bir insan cani hakkinda "olmus
gitmis" diyecek kadar ölmüşsünüz. huzur icinde yatin.
nazlıcan: neyse ki olmamış işte. bekleyelim şurda seçimlere ne kaldı. Siz gelince
her türlü olaya izin verirsiniz artık.
b: Ben secimde adayligimi koymuyorum. "Siz"den kastinizi da bilmiyorum,
benim siz dedigim kisiliginizdi. Gidebilirsiniz.
nazlıcan: sizin desteklediklerinizi kastediyorum kimi destekliyorsanız artık CHP
mi İP mi neyse yani.
b: ben insanligi destekliyorum, baska gayem yok. ölene "aman ne olacak"
demem, bu kadar. uzatirsaniz spamleyecegim, gidiniz.
Olmadı. Dayanmamadım. Bir insanın başka bir insanın canice öldürülmesi için "olmuş gitmiş" demesiyle mideme kramplar giriyor. Karşımda olsa bu noktada tokat atmak isteyebileceğim biriyle daha fazla konuşamıyorum.
Öte yandan, bunu diyebilen insan ne kadar sevilmemiş, kendisine ihtiyaç duyulduğunu bir an bile hissetmemiş olmalı... İçim acıyor onun için de.
Wish You Were Here çalıyor olsa gerek...
Belki o beraberlik, çokluk, güçlülük hissi hafiften tavsamaya başladığından aradan geçen sürede, bazen umutsuzluğa kapılıyorum. İnsanlığını görmeyecek, duymayacak ama car car konuşacak kadar kaybetmişleri, kendinden ve kendinden olanlardan başka kimseye değer vermeyenleri, bırakın onlar için ağlamayı, onları "bu vatanın evladı" saymayanları gördükçe, sonra da mesela Ali İsmail Korkmaz'ın görüntüleri ortaya çıkıverince, ah diyorum, ah izleyemem. İçim kaldırmıyor. Zaten içim kaldırmıyor ama bir de, birilerinin benimle aynı anda başka ekranlara bakıp, aynı görüntüyü görüp "aman canım, olan olmuş" dediğini düşündükçe, hiç tıklayamıyorum o bağlantılara.
Tabi ki, aynı lisedeki saflıkla eminim benim gibi düşünen başkaları da olduğuna... Ama hep aynı kişiler. Bana öyle geliyor ki hep aynı kişiler parmak kaldırıyor üzülmek için.
Ya da kimse kaldırmıyor, üzülenleri biri seçiyor, rastgele güya, ama hep aynı kişiler.
Lütfen... Artık bu sıra başka bir taraftan başlayabilir mi?
(22 Ağustos 2013, İstanbul)
Fotoğraf: 4 Ağustos 2013, Roger Waters "The Wall" İstanbul konseri
Kaynak: öyle, internet
0 yazmadan duramayan var!:
Yorum Gönder