Aslında çok yazılacak, çizilecek, üstünde muhabbet edilecek şey var; ama ben yalnızım yazıyorum. Mesela, biz o Mikal'in bahsettiği "geldiği yerdeki yarı ölü veya tamamen ölü insanlardan" mıyız acaba tüm yırtınmamıza rağmen, mutluluk imkansızken bile mutlu olduğu zamanların düşüncesi insanı yeşertebilir mi?
Bir adamı bizi mutlu edecek şeyler yaptığı için değil, en mutlu zamanlarımızı bize hatırlattığı için mi severiz veya aslında huzur bu mudur, bu huzur mudur, "abi olay bu!" mudur?
Bazen hayata sarılmak için çok sevdiği bir şeyi bırakmak zorunda mı kalır insan?
Bir karadeliğin bizi yutmasına izin verirsek sonunda ışığı görür müyüz?

Bu filmi izledikten bir gün sonra bu fotoyu bloguna yerleştirip beni mest eden Dodo'ya teşekkürlerimle; bu sahneye baktıkça birkaç BÜDAK gecemiz geliyor aklıma.
***And hey, I've looked all my life for you, Now you're here Parlement sinema kulübü ile spoiler bitti And hey, I'll spend all my life with you, All my life***
İyi sinema konuşacak kadar güvenmem kendime ama, Wristcutters'ı özellikle değişik bir hikaye arayışıyla film izleyenlere şiddetle tavsiye ederim. Benden çok yaşayacak olan bir suserin yorumu ile bitiriyorum:
kendi halinde ama cok tatli bir film, simdi bir filme tatli demek genel olarak yersizdir amma velakin bu filmden inatla bir seyler alacagim diye beklemezseniz film sonunda size cok guzel kocaman bir gulumseme verecektir
(kudra, eksisozluk)
♪ Film müziklerini dinlemezseniz sonra çok üzülürsünüz ayrıca.
1 yazmadan duramayan var!:
gerçekten de tekrar tekrar izlesem sıkılmayacağım filmlerden. bir sürü şey yazasım geldi de şimdi başlarsam susmayacağım :)
son olarak "through the roof'n' undergrouuuund!" diyor ve köşeme çekiliyorum :)
Yorum Gönder